23 Şubat 2011 Çarşamba

Üç film birden...

18-20 Şubat tarihlerinde her güne 1 film sığdırdım. If İstanbul 2011 başlar başlamaz önce “Utopia in 4 Movements” filmini, 19’unda “Udaan”ı ve 20’sinde de “King’s Speech”i izledim.



“Utopia in 4 Movements” film değil bir performans. Sahnede filmin yönetmeni Sam Green, bir elinde mikrofon bir elinde pointer 90 dk boyunca (ki o kadar bile sürdüğünü düşünmüyorum) şair gibi konuştu. Hikayesine eşlik eden görüntüleri laptop’tan ekrana yansıtırken, soundtrack de yine aynı sahne üzerinde canlı olarak icra edildi. Ses ve ışığı da salonun arkasında başka bir kişi koordine etti. Green, ütopya hikayesini Amerika’daki karamsar bakış açısına karşı gönderme yapmak için kurgulamış. Bu yüzden Amerika’daki film gösterimleri fazlasıyla interaktif ilerliyormuş. Filmin sonunda soru cevap kısmına geçtiğimizde Green, belki alt yazıyı takip etmek belki de diğer toplumların hayata o kadar da karamsar bakmamaları sebebiyle bu interaktivitenin yakalanamadığından bahsetti. DVD’sini tavsiye etmek isterdim ama aynı hissiyat nasıl aktarılır emin olamadım...



“Udaan” ise geçen yıl Cannes Film Festivali’nin özel gösteriminde yer almış bir Hint filmi. Aklınıza Bollywood türü bir yapım gelmesin. Despot bir baba ve hayalleri peşinden gitmeye çalışan oğlu arasında geçen bir hikaye... “King’s Speech” ise Kraliçe 2. Elizabeth’in babası VI. George’un hikayesi. Halbuki biz onun yerine 2 kez evlenip boşanmış Amerikalı sevgilisi için tahtı bırakan abisi VIII. Edward’ı daha yakınen tanıyoruz.



Her 2 film de baba(ebeveyn)-çocuk ilişkisinin ne kadar kritik olduğunu göstermek adına iyi kurgulanmışlardı. “Udaan”da kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını fark eden ve her türlü riski alarak kendi başına durmayı seçen bir genç varken, “King’s Speech”te dadılarla büyümüş, ezilmiş, kendine güvenin nasıl bir his olduğunu unutmuş bir lider vardı. Her iki film de özgüvenin önemini, gerçekten inandığımız zaman herşeyi yapabileceğimiz ana güç olduğunu ve bastırılmış olsa bile tekrar eski şiddetine kavuşturulabileceğini gösterdi.



Sorulabilecek o kadar çok soru var ki: Korkularımızın üzerine mi gidiyoruz yoksa saklanmayı mı tercih ediyoruz? Korkularımızın üzerine yürümek için gereken cesareti içerde mi dışarda mı arıyoruz? “.... olmazsa/yapamazsam, ben ben olmam / yaşayamam” dediğimiz bir hayat amacımız var mı? Bu amaç için herşeyi göze alabilir miyiz? Yeri geldiğinde bırakıp gidebilir yeri geldiğinde kalıp savaşabilir miyiz?

(Kalbim bu pazar En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde King's Speech'ten Colin Firth’ün Oscar’ı kazanmasını diliyor ama filmi izlediğinizde Geoffrey Rush’ın performansına da hayran kalabilirsiniz ki zaten Yardımcı Erkek de adaylar arasında.)

Hiç yorum yok: