29 Eylül 2008 Pazartesi

Etik ticaret...

2007 sonu itibariyle nerdeyse 2 milyar dolar ciroya ulaşan ve 60 milyar dolar değerinde ürün satılan ebay hakkında, sitede sahte ürünler de satıldığı için büyük markalar tarafından davalar açıldığını biliyorsunuzdur. Ancak, aynı ebay’in, 2005 yılından beri adil ticareti de desteklediğini biliyor musunuz?



The Future Laboratory’nin de “Nu Austerity” (Yeni Haşinlik olarak çevirebiliriz ama siz köktencilik diye de okuyabilirsiniz) olarak nitelendirdiği akıma göre temel değerlere geri dönen, sürdürülebilirliğe gönülden bağlı ve bunu yaşam biçimi olarak benimsemiş insanlar gittikçe çoğalıyor. Hatta, etik tüketime dikkat eden 30’lı yaşlardaki İngilizlerin yarattığı ekonomik büyüklüğün 25 milyar Pound olduğu belirtiliyor.

İşte bu noktada, okyanusun karşı tarafında hem de Batı yakasında 2 Hint kökenli Amerikalının, Hindistan yerel pazarlarında dolaşıyorken rastladığı ürünleri daha geniş kitlelerle buluşturmak üzere oluşturdukları bu fikir World of Good sitesi ile hayat bulmuş durumda.



Ürünler; 4 ana başlıkta, insan ya da hayvan hakları, ekoloji ve herhangi bir amaca hizmet edip etmediğine göre kategorileniyor. Ancak titiz oldukları diğer bir konu güven üzerine ve bu bölümde ürün, üretici ve satıcının aynı anda tasdik edildiği tüketiciye karşı belgelenmiş oluyor. Ürün gamı çok çeşitli: otantik formda ya da geri dönüşüm malzemelerinden oluşturulmuş dekorasyon ürünleri, organik kıyafet, yiyecek ya da kozmetikler... Ne dersiniz, Türkiye’den de buraya eklenebilecek ürünler mevcut değil mi sizce de?

26 Eylül 2008 Cuma

Bir sürreal İstanbul’dayken...

Tasarım ve mimaride sürreal çalışmalara bakmadan olmaz.

Salvador Dali’nin Mae West koltuğu:


ve Istakoz Telefonu:


Isamu Noguchi’nin “Cloud” sofası:


Jurgen Bey Stüdyo’nun “Ear” koltuğu:


Front’un Moooi için tasarladığı “Animal Thing”:


Meret Oppenheim'ın “The Object” tasarımı:


Viktor&Rolf’un Milano’daki amiral mağazası:




Gaudi ve favorim Casa Mila:


Paul Allen tarafından Frank Gehry’ye sipariş edilen Experience Music Project:


Edward James’in Las Pozas’ı;




ve Monkton Evi:




Ve dipnot, Rene Magritte’in sürreal Edward James portresi:

24 Eylül 2008 Çarşamba

Petrol fiyatları çıkarken, yemek kitapları da revaçta...

Evet San Diego Union Tribune’da yayınlanan habere göre Amerikalılar harcamalarına dikkat edebilmek için artık daha fazla evde yemeye başlamışlar. Günde ortalama 30 dolarını dışarda yemeye harcayan bir Amerikalı için ufak bir hesap yaptığımızda haftada 150, ayda 600 dolarlık bir harcama söz konusu. Ancak, bugüne kadar yemek pişirmeyle pek alakası olmayan kişiler pratik yemek tariflerini içeren kitapları ve 100 doların altındaki mutfak gereçlerini satın almaya başlamış.



Sadece Bon Appetit dergisinin geçen yıla göre satış oranı %39 artarken, Amazon ve Borders da çift rakamlı satış artışı oranlarını yakalamış. Bir başka artış ise makarna, konserve, baharat ve pişirme malzemelerinin yanı sıra dondurulmuş yiyeceklerde gözlenmiş çünkü hala taze yiyeceklerin fiyatları yüksek. Bu durumdan negatif etkilenenler ise muhtemelen günlük 30 dolar harcama yapılan restoranlar (yani bizim ev yemekleri yediğimiz yerler gibi alternatifler ama arada sırada bile olsa hala şık bir restorana akşam yemeğine gitmek sosyalleşmenin bir parçası) ve çiftçiler çünkü Amerika’da son 2 yıldır arka arkaya gıda fiyatlarında yaşanan artış oranı %4 ki son 17 yılın en yüksek oranı olarak belirtiliyor.



Tabii, bu bize komik gelebilir ama gerçekten haftada kaç kez dışarda yemek yiyorsunuz? Yemek fişiniz yoksa ve kurumunuzun size sunduğu yemeklerin kalitesinden memnun değilseniz ister istemez alternatif aramıyor musunuz? Ya da sağlıklı beslenmek istiyorsanız ve en iyi restoranda bile salatadan sürpriz çıkma olasılığına karşı (üstelik salatadan bıktıysanız) farklı seçenekler aramıyor musunuz? Ne dersiniz, retro sefer tasları doğabilir mi? Vejeteryan olmayı düşünmek ya da her köşebaşındaki büfeler gibi “Eat”in tadında dükkanlar yaygınlaşabilir mi?

Bu arada, “Petrol Sonrası Hayatta Kalma Rehberi ve Yemek Kitabı” da ilginç görünüyor, incelemek isteyenlere duyurulur.

22 Eylül 2008 Pazartesi

Londra Tasarım Festivali’nden seçmeler...

Rocket Galllery’den Meg Shirayama


David Adjaye’nin Size+Matter Pavyonu


Tent London’dan detaylar




Jamie Hayon’un seramik vazosu


Genç tasarımcı Euan Lind’in Twist’i

18 Eylül 2008 Perşembe

Mikroptan ya da paraşütten alternatif enerji kaynağı...

Evet, nasıl bir ara “yeşil” konusuna takıldıysam şimdi de teknolojik gelişmelere taktım. Biri bana mikroptan yakıt, paraşütten açık deniz enerjisi olur mu deseydi ben de “hadi canım” diye gülüp geçebilirdim ama gerçek hiç de öyle değil.

2001 yılında Almanya’da kurulan SkySails, açık deniz taşımacılığında 8 ile 32 tonluk gemilere rüzgar enerjisinden yararlanarak yeşil enerji sağlıyor. Kitesurf gibi kocaman gemilere ya da yatlara alternatif enerji olanağı sunuyor. Rüzgarın şiddetine göre %50’lik oranda yakıt tasarrufu sağlayabildiği gibi, yıllık yakıt harcamasında da %10 ile %35 arasında bir avantaj elde edildiği belirtiliyor. Böyle olunca da hem girişimcilik hem de innovasyon konusunda yerel ve global ödüller beraberinde geliyor.



Peki ya, tüm dünyada saat başı 150 milyon galon benzin tüketilirken; sentetik biyolojiden faydalanarak yaratılan mühendislik şaheseri mikroplardan; benzin, dizel ya da uçak yakıtından farkı olmayan bir ürün yapılmasına ne dersiniz? İşte LS9’un patentli biyoyakıtları ya da Amyris'in şekerden elde ettiği yeni kaynak, etanol ya da bütanolden daha yüksek enerji içeriğine sahip. Tek problem, AR-GE çalışmaları devam ettiğinden tüketicilere ulaşması için 2010 ya da 2011 öngörülüyor.



Bunun daha ileri boyutu ne olur dersiniz? Atmosferdeki karbondioksitten yakıt üretmek. Yani, günün birinde çevre kirliliği bile enerji kaynağı olabilir...

17 Eylül 2008 Çarşamba

Gen araştırmaları ve tükürük partileri...

Google’ın kurucularından Sergey Brin’in eşi biyolog Anne Wojcicki, 23andme adında kişisel genetik testleri yapan bir firma kurarak, 399 dolara gen haritanızı çıkarıyor. Test tüpüne DNA örneğinizi bırakıyorsunuz, 23andme’ye postalıyorsunuz, 1 ayın sonunda web üzerinden test sonuçlarını görebiliyorsunuz. Eminim, bu kadar teknik bir konuda uzman yardımına ihtiyaç olacaktır. Peki, 23andme nerden çıktı, tabii ki New York Times’da yayınlanan bir makaleden.



Anne Wojcicki ve ortağı, New York Moda Haftası’nda Amerika’nın yüksek sosyetesinin davetli olduğu bir parti düzenleyerek jet-set’in DNA örneklerini toplamış. Kimler kimler yok ki: Rupert ve Wendi Murdoch, Diane von Furstenberg, Harvey Weinstein (zaten projenin finansörleri arasında), Sergey Brin, vs.



Tabii ki bu partiyi şov olarak değerlendiren ya da yaptıkları işi bilimsel devrim olarak nitelendirerek daha ciddi yaklaşılması gerektiğini savunanlar yok değil. Ancak Sağlık Bakanlığı bu hizmeti çok önceden sunmaya başlayan deCODEme ve Navigenics 'in de dahil olduğu nerdeyse 3 düzine firmaya uyarı mektubu göndererek, lisansları olmadığından New York’ta böyle testler yapmamaları için uyarmış.

Dünyanın sayılı zenginlerinden ve dahilerinden bir kişinin eşi olarak hem sosyal çevrenizi hem de uzmanlığınızı bu şekilde kullanmak ciddi bir fırsat değil mi? Kaldı ki Google kurucularının internetten çok daha farklı alanlara yatırım yaptıkları biliniyor. bakalım yakın zamanda başka neler duyacağız. Bu arada, eğer türkçe okumak istiyorum derseniz bir süredir Capital’de de yazan Dr. Serdar Savaş’ın Genar’ını ziyaret edebilirsiniz.

15 Eylül 2008 Pazartesi

Geleceğin meslekleri...

Gen uzmanı, afet koordinatörü, robot tamircisi, karantina bekçisi, uzay turu rehberi... 2016’ya kadar karşılaşabileceğimiz meslek isimleri. Peki ya tarih olacak meslekler: elektronik paranın doğuşu ve kendin-okut kasalar sayesinde kasiyerler, film makinisti, CD satışı yapan dükkanlar ve müdürleri, Wikipedia’nın doğuşuyla ansiklopedi yazarları, alternatif enerji kaynakları sayesinde petrol işçileri (?)... Tabii ki retroluğun hala revaçta olması sebebiyle öldü denilen meslekleri yapmaya devam eden kişiler çok büyük paralar da kazanabilirler, bunu da atlamamak lazım. Hiç ölmeyecek meslekler ise: Politikacılar, fa..şeler, vergi memurları, cenaze levazımatçıları, din adamları, sanatçılar, suç işleyenler ve düzeni koruyacaklar, berberler (ya da saç tasarımcıları mı demeliyim :=)



Bunları bir yana bırakacak olursak, U.S. Department of Labor’ın açıkladığı araştırmaya göre 2014’e kadar öne çıkacak meslekler ağırlıklı sağlık ve bilgi işlem alanlarında olacak. Doktorlar, evde ya da yaşlıların bakımı için hemşireler, fizik tedaviciler, dişçiler, yazılım ya da ağ mühendisleri (World Wide Web, segment yöneticileri, vs.)... Ancak, küreselleşen dünyada yükselmek isteyenlerin birden fazla ülkede görev yapması, popüler mesleklerin sınırötesi olması nedeniyle ikinci bir dili mükemmel konuşmak da şart olacak. Aynı zamanda yaşam boyu eğitim ve bu sektörün nitelikli işgücüyle beslenmesi de aranan bir özellik olacak. Tabii, ilk günden yükselmek isteyenlerin ayak işi olarak gördüğü bazı mesleklerin robotlara yüklenememesi sebebiyle de uzun yol şoförlüğü, teknisyenlik, satış temsilciliği ise doldurmakta zorlanılan alanlar olacak.



Bu arada, başında “bio” olan her meslek de yükselişte. Bio-madencilik, bio-mühendislik, bio-mimikçilik, vb... “Çocuğum neyle mutlu olacaksa, o işle uğraşsın, bizim çektimlerimizi çekmesin” diyen ebeveynlerin yine de ilgilenmesinde fayda var. Ne olur, ne olmaz!

12 Eylül 2008 Cuma

Tasarım ve mimari ayı...

Yarın, Londra Tasarım Haftası başlıyor. Bu ayın 23’üne kadar devam edecek olan festivali, 400.000 kişinin izlemesi bekleniyor. Ana başlıklar yine sürdürülebilirlik ve yeşil. Komşumuz Yunanistan’da ise 10 Eylül-1 Ekim tarihlerinde Yeşil Tasarım Festivali gerçekleştiriliyor.

14 Eylül-23 Kasım arasında Venedik, 11. Uluslararası Mimari Bienali’ne evsahipliği yaparken, Uzakdoğu’da 18-20 Eylül’de Şangay Tasarım Bienali düzenleniyor.

İnternet sağolsun, hepsini takip etmeye çalışacağız ama kendi adıma konuşuyorum şimdi Londra’da olmak vardı :=)

10 Eylül 2008 Çarşamba

Çöp sanatı…

Dünya nüfusu her geçen gün çoğaldığı gibi tüketim de beraberinde artıyor. CSR Europe’un yayınladığı “Sürdürülebilir Pazarlama Rehberi”ne göre bu şekilde tüketmeye devam edilirse sadece İngiltere, Fransa ve Almanya için 3, Amerika için ise 6 dünyanın gerekli olduğu belirtiliyor.

Bir tüketici olarak ben de alışveriş yapıyorken aklıma hemen çöpü geliyor. Ne kadar tedbirli ya da tutumlu davransak da ister istemez ömrünü doldurmuş ya da atmak zorunda kaldığımız eşyalar da çıkıyor. İşte, nerdeyse son 20 yıldır çöpten sanat çıkaranların sayısı artık daha da artmaya başladı.



HA Schult’un 6 ay ve 30 yardımcısıyla oluşturduğu ve 1996’dan beri dünyayı dolaşan çöp insanlarını mı istersiniz, Tim Noble ve Sue Webster’ın çöpten gölge oyununu mu, Susan Stockwell’in çay paketlerinden yarattığı ülke haritalarını mı yoksa plastik torbalardan dev heykelleri mi? Yaratıcılıktan bahsedince çeşit bol.

Kim bilir belki Damien Hirst ya da Jeff Koons gibi fabrika misali çalışan sanatçılar günün birinde bu alana yönelik eser üretirlerse Sotheby’s’de uçuk rakamlı müzayedelere rastlayabiliriz. Ya da tasarıma dikkat çekmek ve bağış toplamak için işlek caddeler üzerinde dev inek veya ayakkabılar sergilemek yerine tüketim toplumunu bilinçlendirmek üzere bu konuya yönelik bir etkinlik daha dikkat çekici olabilir.



Yukardaki resim, Enno de Kroon'a ait. Eğer vaktiniz olursa Etsy ve Flickr’ı da ziyaret edebilirsiniz. Bu arada, tahmin edebileceğiniz gibi işin bir de tasarım ve mimari boyutu var ki o taraf da derya deniz.

8 Eylül 2008 Pazartesi

Lift Asia’dan devam...

Bruno Giussani sağolsun, Lift Asia’daki sunumlarda nelerden bahsediğildiğinden bayağı haberdar oluyoruz. Mesela: Sürdürülebilir şehirler konusunda proje geliştiren ve New York’ta yaşayan Koreli mimar Soo-In Yang’ın “The Living City” projesi ile gelecekte binaların yaşayan organizmalar gibi birbiyle iletişim halinde olacağını, nefes alacağını öğreniyoruz.



Ya da San Francisco’daki Nokia Design’dan Raphael Grignani’nin, cep telefonunun bugünkü değerinden daha ucuza mal edildiğinde hangi sonuçlara varılabileceğini öngörmek üzere planladıklarını takip edebiliyoruz. "Five Dollar Comparison" Projesi de, dünyada hala 3.3 milyar kişinin cep telefonundan mahrum olduğunu ama gerçekten birbiriyle iletişimde olabilecek bir dünyadaki simgelerin neler olabileceği üzerine global bir araştırma.



Ya da, (yine Nokia Design’dan) Adam Greenfield’in “mobiquity” (cep telefonuyla her an her yerde) kavramını ve ağ şehirlerin teknolojiden ziyade “orada yaşamanın nasıl hissettireceği” üzerine fikirlerinden haberdar oluyoruz. İngiltere’deki “twitter”layan köprüler, Oakland’daki suç haritası, konuşan New York.



Yani web’de yaşanan 2.0 devrimi, şehri nasıl takip edeceğimize, şehirlerin neye ve nasıl ortamlara dönüşeceğine, hayatımızın nasıl olacağına da yansıyacak ve bu alışkanlıkların nasıl şekilleneceğine yine bizler karar vereceğiz. O nedenle, bu hizmetleri sunan ya da sunacakların projelerini tasarlarken üzerlerine büyük sorumluluk düştüğü gibi biz kullanıcıların da bu gelişmelere dışardan izleyici ya da herşeyi olduğu gibi kabullenici değil katılımcı tavırla takip etmeliyiz.

5 Eylül 2008 Cuma

LIFT Asia: Dijitalizm ve Sosyal Yaşam...

Laurent Haug tarafından web için yeni teknolojiler ve araştırma hizmeti vermek için kurulan şirketi LiftLab’in 2006 yılında ülkesi İsviçre’de başlattığı LIFT konferansının Asya ayağı, 4-5-6 Eylül’de Kore’nin Jeju Adası’nda düzenleniyor. Konuşmacılar ve oturum başlıkları etkileyici! Kağıt parasız bir dünyanın portresi, sürdürülebilir dünyada enerji tasarrufu sağlayan pratik cihazlar, yaşadığımız yerlerin enformasyon teknolojisi sayesinde değişen yüzü (akıllı evler, akıllı eşyalar, akıllı kıyafetler, RFID etiketleri, vb.), teknolojinin daha iyi bir toplum yaratabilmesindeki rolü, sosyal ağların geleceği, tekno-göçebeler ve robotlar...



LIFT’in bu etkinliğe kattığı diğer önemli bir unsur ise çeşitli disiplinlerden insanları biraraya getirerek teknolojinin toplumdaki yeri ve önemini tartışmak ama aynı zamanda katılımcıların hem duygularına hem de duyularına hitab edebilmeyi sağlamak. Bunun için de “LIFT Deneyim” bölümünde Nabi Sanat Merkezi ile ortak yürüttüğü projede dijital çağda teknolojinin insan ilişkilerine kattıkları üzerine sanatçılar tarafından hazırlanmış sunumlar ve enstalasyonlarla deneysel bir yaklaşım sunuyor. Sırf kahve aralarını, daha verimli ve ilham veren sevimli zamanlar haline getirmek için geliştirilmiş harika bir fikir.

LIFT sayesinde, bundan böyle Adam Greenfield ve Jan Chipchase kesinlikle daha sıkı takip edilecek. Bu arada, İsviçreli maceraperest Sarah Marquis’nin Avustralya’da yaptığı 14.000 km.lik yürüyüş tecrübesine de göz atabilirsiniz (ama İngilizce versiyonu ne yazık ki mevcut değil). Doğada, harici bir güç kaynağı kullanmadan nasıl yaşanır göstermeye çalışan Marquis’nin serüvenini meraklıları TV programından düzenli olarak takip edebiliyormuş.

4 Eylül 2008 Perşembe

Müzeler cepte...

Koleksiyonlarındaki eserlerle bünyesinde büyük bir hazineyi barındıran müzeler bilgi açısından da zengin bir dünyaya sahip. Sanat düşkünlerinin çok iyi bildiği gibi müzelere kalabalık bir grupla gittiğinizde rehberden yardım alabilir, bireysel takılmak isterseniz odyotur cihazlarını kiralayabilirsiniz. Şimdi ise devir, mobil dünyanın nimetlerini keşfetme ve tecrübe ettirme devri.

Dijitalizmin tırmanışa geçmesiyle birlikte çoğu yabancı müzenin internet sitesinden ister mp3 formatında ister podcast’larına üye olarak müze turlarını kendi PDA, iPod ya da cep telefonunuza yükleyebiliyorsunuz.



Hazırladığı multimedya turu ile Bafta ödülü sahibi Tate Modern ise, mobil dünyadan daha fazla nasıl fayda sağlanır konusu hakkında müze çalışanlarına yönelik bir de seminer düzenliyor.

Ülkemizde azımsanmayacak kadar Blackberry ve iPhone kullanıcısı varken, Sabancı Müzesi’nin böyle bir hizmeti başlatması, Dali Sergisi ile ilgili bilgileri ya da mini turu, sergi öncesinde sanatseverlere izletmeleri fark yaratmaz mı? Tabii, bu cihaz sahiplerinin kaçı sanat düşkünü orası meçhul...

2 Eylül 2008 Salı

Hollywood’da “Türk”leştirdiklerimizden misiniz?

Geçen yıldan bu yana uluslararası tasarımcıların “İstanbul”dan esinlenerek hazırladığı ürünler ön plana çıkarken şimdi de Hollywood’da “Türk” esintisine rastlıyoruz. Pek fazla olmasa da Hollywood yapımlarında çetin ceviz, gözü pek kahramanlara “Türk” lakabının verilmesine rastlamışızdır. Turk 182!, Snatch’teki Turkish karakteri, Ocean’s Eleven’daki şapşal kardeşlerden Turk Malloy gibi örnekler çoğaltılabilir... Ama en taze örneğimiz 12 Eylül’de Amerika’da vizyona girecek “Righteous Kill” filminde Robert De Niro’nun canlandırdığı tecrübeli dedektif “TURK”.



BTÜRK’ün tasarımcısı olsam derhal babaya özel tee’ler tasarlar ve film gösterimi öncesinde kendisine gönderirdim. Malum, ülkemizi ziyaret eden ünlüler çarşı pazar alışverişine çıktıktan sonra yabancı sitelerde veya bloglarda “aman ne giymiş, ne takmış” diye haklarında günlerce yazılıp çiziliyor. Beklemeye ne gerek, ekspress kargo ile adrese teslim!