29 Aralık 2009 Salı

2010’da takip edilecek 100 olay

Amerika’nın önde gelen ajanslarından JWT, 2010’da takip edilmesi gereken 100 olayı listeliyor. Amerika ya da Uzak Doğu’ya has olan isim ve olayları ise kırptım ama dilerseniz hepsini bu linkten okuyabilirsiniz:



Zora düşen havayolları arasında bagaj ya da yemek alanlarına yönelik yıllık üyelik ücreti başlatanlar çıkarken, benzin yerine biyoyakıt kullanımı artacak. Mücevherde pahalanan altının yerini titanyum ve palladyum alacak. Evlerde 3D deneyimi ve augmented reality’ye ilgi artacak.

Gittikçe yeşillenen hayatımıza yeni giriş yapacaklar ve daha çok yerleşecekler ise; elektrikli arabalar, enerji dieti, evlerimizin ve beslenme alışkanlıklarımızın daha az karbon tüketecek şekilde renove edilmesi, gübreleme, LED ampüller, kamu bisikletleri, banyo ve bulaşık suyunun geri dönüştürülmesi, plastik şişe kullanımını azaltmak üzere çeşmelerin yeniden doğuşu, su ayakizinin takibi ve kamuya açık alanlardaki meyve ağaçlarından meyve toplama olacak.



Sosyal ve politik hayatta 2010’da neler öne çıkacak? İngiltere genel seçimleri, Hollanda ve İsviçre’deki olaylarla doruğa çıkan Avrupa’nın İslam’a yaklaşımı, İsveç’te 3. büyük siyasi parti olan Korsan Partisi’nin yükeselişi, Lula da Silva’dan sonraki Brezilya ve başkanlık yarışında öne çıkan kadın Marina Silva.



Sanal dünyada ve sosyal medyada parlayacaklar Foursquare, Posterous ve Tumblr ile sosyal medya araçlarınızın bütünleştirilmesi, “slow” iletişim (140 karakterlik Twitter’a karşı 1400 karakterlik woofertime.com), yerel ve kar hedeflemeyen online gazeteler, mobil (cep telefonu üzerinden) para, havaalanlarında ve sinemalarda mobil bilet, sanal para birimlerinin artışı, sanal içeriklerin ücretli olması, müzikte “Spotify” devrimi, portatif video kameralar sayesinde online dikiz ve sanal doktor viziti olacak.

Gıda tarafında da organik fast food, “slow” içecekler (anti-Red Bull içeceklerden bahsederken Mary Jane’s Relaxing Soda), FDA onaylı bitkisel tatlandırıcı stevia, şaraplı karışımlar ve hindistan cevizi suyu çok konuşulacak.



İnovatif yaklaşımlarda ise susuz çamaşır makinesi ve kuru şampuan ile tanışılacak, kablosuz hayatımızda şarj da dahil olacak, kişiye özel ilaçlar üretilecek. Kısa tatiller yerine uzun ve birden fazla destinasyona yönelik uzun tatiller artacak, ironik sporlar (bisiklet polosu, plaj tenisi, vb.) doğacak, 1 alana 1 bedava felsefesi sosyal sorumluluk tarafında da kullanılacak, elyazısının önemi artacak, elektronik aletlerini yenilemek isteyenler eskilerini ebeveynlerine verecek.

Yenilikler bitmez. 2010'da da son sürat takibe devam.

21. yüzyılın ilk 10 yılı biterken...

Aslında yüzyılın ilk 10 yılı bu yıl mı yoksa 2010 ile mi bitiyor tartışması yapıla dursun bir sürü yazar sadece biten yıla değil geçen 10 yıla dönük değerlendirmeler yapıyor. Global kriz ortalığı kasıp kavuruken 2008’in Nobel ödüllü ekonomisti Paul Krugman da New York Times’daki köşesinde “The Big Zero” başlıklı bir yazı kalem alıyor. Krugman, ülkesine yönelik bir öz eleştiri yaparak ne öğrenilen ne de başarılan bir şey olmadığını ve bu yüzden geçen 10 yılın ne yazık ki “elde var 0” olduğunu çok iyi toparlıyor.



Alice Rawsthorn da tasarım dünyasına yönelik ilk 10 yıl yorumunda ise “s” harfinin çağrıştırdığı kelimelere dikkat çekiyor. 10 yıl önce “s” harfi “stil” kelimesini hatırlatırken şimdi “sürdürülebilirlik” kelimesinin akla geldiğini söylüyor. Rawsthorn, tasarım odaklı düşünce biçiminin sadece ürün değil sosyal ve hizmet tasarımına da bulaşarak devrim yaratıldığından bahsediyor. Dünyanın en zengin %10’luk nüfusu yerine geri kalanına yönelik çözüm üretmenin yani tasarımın demokratikleşmesinin sadece Architecture for Humanity ve Project H Design’a bırakılmaması gerektiğini de vurguluyor.



Peki ya trendler? Eskiden sadece moda diyip geçtiğimiz kavramların en ufak detayına kadar inceleniyor, bu detaylara göre geleceğe dönük projeksiyonlar yapılıyor, iş planları ya da mevcut ürünler şekil değiştiriyor, özel bölümler açılıyor, konferanslar düzenleniyor. İnovatif olmak isteyenler fikirlerini müşterilerine açıyor, yorumlarına göre ürün ve hizmetlerini yeniliyor.

Bir yıl daha biterken bakalım şu an olmayan ama 2020’de konuşacağımız yeni olgular/ürünler/gündem maddeleri neler olacak?

28 Aralık 2009 Pazartesi

Sağlık için tasarlamak!

Artan nüfus, uzayan ömür ve çoğalan bulaşıcı hastalıklar... Ürün tasarımından sosyal medya uygulamalarına, deneyimden teknolojinin sağladığı olanaklara kadar multidisipliner toplulukların çözüm bulmak için uğraşacağı önemli konu başlıkları arasında sağlık yer alacak. Radikal Tasarım Eki’nin 1. yaşını doldurduğu bu sayısında bugüne ve geleceğe dair sağlık sektöründeki tasarım uygulamalarından örnekler sunmaya çalıştım. Keyifle okumanız dileğiyle...

7 Aralık 2009 Pazartesi

Trendiary neler yapıyor?

Bir süredir sesim soluğum çıkmıyor gibi. Takip ettiklerimi yorumlayarak değil de ancak Twitter aracılığıyla paylaşabiliyorum. Bu sessizliğin arkasında yatan sebep (asli görevim gereği) Ocak ayında lansmanı yapılacak okul öncesine yönelik sosyal sorumluluk projesi için hummalı çalışmalar yürütmem. Zannediyor musunuz ki boş durmuyorum.

Ekotasarim.org’da yazı yazıyorum. Henüz dün tamamlanan Contemporary Art İstanbul’un bundan böyle üç ayda bir yayınlanacak yepyeni dergisi ICE için 2009 tasarım haftalarını yazdım. Radikal Tasarım Eki’nin 12. sayısı için konu seçmeye çalışıyorum. Bu arada, 2010 için yeni projelerin notlarını almaya devam ediyorum.





Kendime koyduğum "bloğu 2 günde bir güncellemelisin" kuralını kısa bir süre için ihlal etmeye devam edeceğim. O yüzden beni anlayacağınızı ümit ediyorum :) Bu arada, Twitter hesabınız yoksa bile bloğun köşesinden paylaştıklarımı takip edebilirsiniz.

15 Kasım 2009 Pazar

Yağmur yağarsa çözümü var!

Düşünün bir: Ülkeniz deniz seviyesinin altında. Küresel ısınma sebebiyle yaz kış artan yağışlar şehir için büyük tehlike. Mevcut altyapınıza yeni kollar eklemek de çok pahalı. Ne yaparsınız? Derdinize çözüm bulacak uzmanların kapısını çalıp, bu sorunu en az zararla karşılamaya çalışırsınız.


© De Urbanisten ve Studio Marco Vermeulen

Bahsettiğim ülke, Hollanda. Şehir ise Rotterdam. 2015 yılına kadar 570 milyon litrelik yağış (140 stadyumluk alanı 80 cm yüksekliğinde dolduracak kadar) düşmesini bekleyen şehir önlem için şimdiden adım atıyor. Florian Boer ve Marco Vermeulen isimli 2 mimar “Waterpleinen” isimli projelerinin prototipini ilk olarak 2005 yılında sunuyor.

Sistem, yoğun yağışı yerin altında değil üstünde toplamak üzere kurgulanan su meydanları fikrine dayanıyor. Yağış olmadığında şehirlilerin keyif alabileceği oyun parkı görevini görüyor. Artan yağış ve fırtına şiddetine göre ise şekil değiştirip mevcut altyapının kaldıramayacağı ağırlığı hafifletmiş oluyor.



Sadece 1 su meydanının kaldırabileceği kapasite 1.000 metreküp yani 5.000 adet su dolu küvete eşit. İklim değişikliğinin şehir hayatını ve ekonomisini olumsuz etkilemeden önlemini almak isteyen yöneticiler, bir kaç yıl içerisinde en az 25 Waterpleinen’in yapılacağını belirtiyor.

Değişen dünya koşullarına mevcut sistemiyle adapte olmaya çalışan toplulukların imdadına sürdürülebilirliği ve beşikten beşiğe felsefesini benimsemiş uzmanlar yetişiyor. Tasarladıkları çözümlerin birden fazla fonksiyonu içermesiyle de hem ihtiyaç karşılanıyor hem de şehirdekilere bir deneyim alanı sunulmuş oluyor.



Kaynak: Alphabet City Festival

11 Kasım 2009 Çarşamba

Pecha Kucha Night İstanbul # 3

Yaratıcı fikirlerinizi farklı kitlelerle paylaşmak, yeni insanlarla tanışmak ve sohbet etmek, dinamik ve eğlenceli bir gece geçirmek. Hepsi 2003 yılında Japonya’da doğan Pecha Kucha fikrinin temellerini oluşturuyor. Daha önce iki kez Santral İstanbul’da düzenlenen Pecha Kucha Geceleri, artık 34 Solo önderliğinde gerçekleştiriliyor.



Bugüne kadar 250 şehirde düzenlenen etkinliklerdeki sunumların en önemli kriteri 20x20 felsefesi. Amaç, her slayta 20 saniye ayırıp sadece 20 slaytla yaratıcı fikrinizi anlatmak. Böylece, hem dinleyeceğiniz konular artıyor ve çeşitleniyor hem de tempo sürekli yüksek kalıyor. Bu yılın buluşması, 17 Aralık’ta Hayal Kahve Bistro’da ve giriş ücretsiz.

Pecha Kucha sitesindeki sunumlara bakınca katılımcıların profili ağırlıklı sanatçı ya da tasarımcı gibi algılanabilir ama belki yeni kitabınız bitmek üzere, sürdürülebilirlikle ilgili söyleyecekleriniz var ya da şehirde gerilla tarımcılığını başlatmak istiyorsunuz. Sunum yapabilmek için derhal Solo Projeler’le bağlantı kurup kendilerini ikna edin. Biz de düşüncelerinizi ilk ağızdan dinleyelim. 17 Aralık'ta görüşmek üzere...

8 Kasım 2009 Pazar

İçeriği 5!

Ülkemizde son birkaç yıldır “Trans yağ yoktur”, “domuz yağı içermez” ibareleriyle tüketicileri rahatlatmaya çalışan gıda sektörü, şimdi de genetiği değiştirilmiş organizmalara ilişkin tartışmalarla sarsılıyor. Artan sağlık problemleri ve obezite ile savaşan Amerika ise raflarındaki ürünlerin içeriğini sadeleştirmeye gidiyor. Bitirmekte olduğumuz yıla “ucuz”luk damgasını vururken, 2010’un trendinin “basit” olacağı belirtiliyor.



Datamonitor’un tespitine göre 2005-2008 yılları arasında doğan yeni markaların “simple” ya da “simply” kelimelerini tercih etmesinde %65’e yakın artış yaşanmış. Sadece kelime oyunu değil, bol içerikli (ama sağlıklı olduğu sorgulanır) ürünler yerine sadece 5 ve daha az malzemeden yapılmış ürünlerin kafa karışıklığını ortadan kaldıracağı araştırmalarda da dile getirilmiş.

Haagen Dazs’ın 2008 yılında düzenlediği bir fokus grup çalışmasında tüketicilerden biri patates cipsi tercihinde 20 malzemeli ürün yerine 3 malzemeliyi tercih etmesi marka müdürü Ching-Yee Hu’da yeni bir serinin doğuşunu canlandırmış. Böylece, süt, krema, şeker, yağ ve 5.sini de tadı veren malzemeden oluşan “Five” doğmuş. Devlerin bu yeni adımında Haagen Dazs’ı Krafts, Starbucks, Campbell ve Beech-Nut takip ediyor.



Binlerce ürün içerisinde kafası bulandığından daha sadeye ve doğala yönelen, “ne yerse o” olduğunun farkına varan tüketiciler artıyor. Projeksiyonlarını sonsuz büyümeye dayandırmış şirketlerin “sağlıklı” dilimi butik ya da lokal firmalara bırakması söz konusu bile olamayacağından, kendilerini dönüştürmeleri kaçınılmazlaşıyor. Yılmaz Özdil yakın tarihteki bir yazısında ev yapımı yoğurtların azaldığından bahsetse de bebeklerinin kalsiyum ihtiyacını bu şekilde karşılamaya çalışan bilinçli ve şehirli anneler ufak ufak doğuyor.

4 Kasım 2009 Çarşamba

“Knowmad” olmak ister misiniz?

2 Kasım'da Capital’in düzenlediği CEO Club Kahvaltısı’nda konuşma yapan Coca Cola CEO’su Muhtar Kent, ülkemizin yeni nesil liderlere ihtiyacı olduğunu belirtmiş. Gelecekte başarı için, açık fikirli ve net vizyon oluşturan, bu vizyonu çalışanlarına aktararak onlara önderlik edebilen yeni nesil liderlerin çoğaltılması gerektiğine dikkat çekmiş.



Yurtdışında lider yetiştiren okullar yok mu? Dolu. Ülkelerin önde gelen okulları her yeni kavramın doğuşuyla birlikte lisans ya da yüksek lisans programlarını farklılaştırıyor mu? Kesinlikle. Yine de butik çapta hizmet veren alternatifler doğmaya devam ediyor. Her şeyin evrim geçirdiği bilgi çağında “knowmad”lerle tanışıyoruz. Nomad (göçebe) ile knowledge (bilgi) kelimelerinin birleşiminden türetilen bu tanımlama, herkesle, her zaman, her yerde çalışabilen cesur, sorumlu, yaratıcı kişiyi tasvir ediyor. Danimarka’da KaosPilot’ın başlattığı bu girişimi Hollanda’da Knowmads uyguluyor.


© Getty Images

1 yıl süren programın içeriğinde “girişimcilik ve yeni iş tasarımı”, “kişisel liderlik”, “yaratıcılık ve pazarlama” ile “sürdürülebilirlik ve sosyal inovasyon” başlıkları bulunuyor. Yaşayarak öğrenme prensibiyle çalışan bu grup yaptığı işe aklını, yüreğini ve emeğini vakfedenleri çoğaltmayı amaçlıyor. Programı tamamlayanlar, ister tek başlarına ister şirket içinde ister bir ortakla beraber daha iyi bir dünyanın kararverenleri arasında yer almak üzere kendilerini hazırlamış oluyor.

Ocak 2010-2011 yılı için son başvuru, 20 Kasım’da. 20-35 yaşları arasında kendi projesini hayata geçirmeyi veya toplum için fark yaratmayı düşünenler başvuru sayfasını ziyaret edebilir.

30 Ekim 2009 Cuma

Tasarımcılar “suç”a da el attı.

Institute of Ideas’ın bu yıl 5.sini düzenlediği “Battle of Ideas” ile amacı gelecek korkusundan vazgeçip, 21. yy.da başarmak istediklerimiz hakkında serbestçe tartışabilmek, hepimizin yeni jenerasyon halk entellektüelleri olduğu günümüzde tutkulu ve idealist fikir çarpışmalarıyla bilgeliğe meydan okumak. Bu yıl 31 Ekim – 1 Kasım tarihlerinde düzenlenecek festivalin ikinci gününde masaya yatırılacak konulardan biri de suçların azaltılmasında tasarımcının rolü.


© Design Police

İngiltere hükümetinin desteklediği “Suça Karşı Tasarım ve Teknoloji Birliği”, hırsızlığı önlemeye, kamuya açık ortamlarda güvenliği sağlamaya, suça dayanıklı aletlerin tasarlanmasına yönelik çalışıyor. Okullardaki kabadayılık, bar kavgaları, adi hırsızlık, trafik ihlalleri programın çözümü için kafa yorduğu konulardan sadece birkaçı.

Central Saint Martins College of Art and Design ve University of the Arts London işbirliğinde kurulan Design Against Crime ise, tasarım araştırma laboratuarı olarak görev yapıyor. Projeleri arasında kapkaçcılara yönelik In the Bag ve bisiklet hırsızlarına karşı Bikeoff bulunuyor.


Stop Thief Chair

Tasarımcıların doğru soruları sormaları ve problemlerin çözümüne yönelik yaklaşımları, gittikçe daha çok alanda görüşlerine başvurulan bir grup olmalarını sağlıyor. İster sağlık ister eğitim olsun farklı disiplinlerden gelen uzmanların yardımına ihtiyaç duyulduğunda aralarında sosyal tasarımcılar da olacak. Hapishanelerimizde Cumhuriyet tarihinin en yüksek doluluk oranı gözleniyorken, bu noktaya gelmeden bir çözüm olduğunun farkına varılacak projeler yürütülebilir mi?

26 Ekim 2009 Pazartesi

Henüz tarih olmadan, para tasarımı...

Alternatif kanallar aracılığıyla yapılan alışverişlerin hacmi artıyor. 15-24 yaş aralığındaki Japonların %80’i alışverişlerini cep telefonuyla yapıyor. İngilizlerin %14’ü ise bozuk paralarla uğraşmak istemediğinden atıyor. Dünyada dönen paranın %25’nin kanun dışı olması ve her yeni jenerasyonun sanal dünya ile daha fazla haşır neşir olması da devletlerin finansal sistemlerindeki tercihlerini etkileyeceğe benziyor. Üstelik fiziksel para yerine kredi kartları, temassız ödeme sistemleri, cüzdan görevi gören cep telefonları ve beraberinde sunulacak finansal hizmetlerin artışı ürün tasarımı yerine hizmet tasarımını ön plana çıkarıyor. O zaman paranın yerini ne alacak? Tasarımını nasıl olacak? İşte dün Radikal Tasarım Eki’nde yayınlanan ve paranın geleceği ile tasarımına değindiğim yeni yazımı keyifle okumanız dileğiyle...

22 Ekim 2009 Perşembe

Deneyim için sokağa çık!

Yeni çağ, deneyim çağı. hedef kitlelerine farklı deneyimler yaşatmaya sadece tasarımcılar ya da kurumlar uğraşmıyor, sanatçılar konser ya da gösterilerinde salt müzikten öte detaylar sunuyor, alternatif festivaller sanat ve bilimin çakıştığı "hadi canım!" dedirten projeler çıkarıyor... Üstelik, izleyici edilgen konumundan çıkıp projenin bir parçası haline geliyor.


Sarkuysan Binası © Banu Beysungu

Mesala, 10 Ekim’de Galata’da düzenlenen “Guerilla Lighting” naif tarzıyla hem deneyim hem de tasarım açısından etkinliği izleyenlere farklı bir gece yaşattı. Şişhane ve Galata’da toplanan kalabalık projektörlerle ışık oyununa katılmadı ancak estetik koşullar gözetilmeden ışıklandırılan mekanlar bu geceye özel farklı aydınlatıldı ve tekrarı olup olmayacağı bilinmeyen o dakikalara katılımcılar fotoğraf makineleri ya da cep telefonlarıyla şahitlik etti.

Canadian Center for Architecture ise geçen yıldan beri devam eden sergisi ile çağdaş şehirlerde yaratılan 99 olumlu değişikliği biraraya getiriyor. Yürümek, bisiklete binmek ya da oyun gibi aktivitelerin yanı sıra yaşadığımız alanların mimar, sanatçı ya da kolektif oluşumlarla nasıl farklı bir anlam kazandığını örnekliyor. Kısaca bu deneysel uygulamaların şehir hayatında ve yaşayanlar üzerinde nasıl bir etki yarattığını gösteriyor. Sergi Kanada’nın ardından Mart 2010’a kadar Chicago’da.


© KMA

İngiliz medya sanatçıları Kit Monkman ve Tom Wexler’den oluşan KMA'in projeleri de halka açık alanlarda insan ve ışık etkileşimi üzerine. En son projeleri ise 29 Ekim-1 Kasım arasında İngiltere’nin 3 şehrinde aynı anda düzenlenecek "Streetgames". Nasıl mı? Halka açık bir yerde zemine ışık yansıtılarak bir oyun alanı yaratılacak. Toplam 10 dakika sürecek oyunda oyuncular yerdeki toplara dokunarak bir yerden bir yere taşıyacaklar. Ancak ortada ne fiziken top var ne de sahanın sınırları çizili. insanların bedensel hareketleri oyunu da şekillendirmiş olacak.

Günümüzde hiçbir şeyin sınırı belli değil. Eskiden parkları olmayanlar oyunlarını sokak aralarında oynardı. Şimdi ise ne oyun oynamak için özellikle parka gitmeye gerek var ne de oyun sadece çocuklara özel. Şehir, 7’den 70’e her birey için hem yaşam hem çalışma hem de oyun alanı.

19 Ekim 2009 Pazartesi

Önce Facebook, şimdi Twitter, yakında Foursquare...

Tarife gerek yok, Facebook ve Twitter, sosyal medyanın önemli mecralarından. Markanın müşterileriyle olan iletişimini nasıl sağlamlaştıralımdan tutun da arkadaşlar arası geyik muhabbete kadar herşey mevcut. Şimdi de bu platformlar arasına Foursquare ekleniyor...



Adını bir top oyunundan alan Foursquare, 2004’te yılında Dodgeball isimli bir mobil hizmet olarak geliştiriliyor. 2005’te Google tarafından satın alıyor ve öldürülüyor. Ancak kurucu Dennis Crowley, fikrini öldürmekten ziyade geliştiriyor. Sistem nasıl işliyor? Her sosyal ağ platformlarında olduğu gibi statünüzle ilgili bir güncelleme gerekiyor, ancak burada fark mekanlara “check-in” yapmanız. Sosyalleşmek için arkadaşları telefonla aramak ya da SMS göndermeye gerek yok. Gittiğiniz mekana giriş işleminin ardından puan kazanıyorsunuz. Arkadaşlarınız da Foursquare kullanıyorsa nerede olduğunuzu görüntüleyebiliyor.

Bu arada, dilerseniz farklı bir sürü yeni yeri keşfedebilir, mekanlarla ilgili yorumlarınızı paylaşabilirsiniz. Ya da sürekli takıldığınız bir mekan varsa “fahri vali” muamelesi görüp, avantajlardan yararlanabilirsiniz. Yurtdışında her 3 hizmeti kullananların yorumu, Facebook ya da Twitter’da karanın çoktan göründüğünü, bu nedenle dostlarla bir arada olmak için Foursquare'in daha çok tercih edildiği yönünde.


© Amit Gupta @ Flickr

Amerika’da 31,Kanada’da 3 şehrin yanı sıra Avrupa’da sadece Londra ve Amsterdam’da kullanılabilen Foursquare şu an para kazanmıyor ve iş planı bile henüz yazılıyor. Ama “oyun oynarken sosyalleşilebilen” formülüyle deneyim açısından kullanıcılarına, pazarlama açısından da markalara potansiyel vaat ediyor.

15 Ekim 2009 Perşembe

Küresel ısınma için harekete geç!

Bugün, Blog Aksiyon Günü. Bu yılın teması da küresel ısınma. Dünyamıza ne kadar büyük etkileri olduğunu hepimiz yaşıyoruz. Ortalama sıcaklıkların artışından başlayarak havadurumundaki ani ve aşırı değişiklikler, kuraklıklar, seller diye bu listeyi dilediğimiz gibi uzatabiliriz. İşte şimdi, bilim adamları buzullardaki erimenin büyük depremleri ve volkanik patlamaları (ki geçen haftalarda yaşadık) tetikleyebileceğini söylüyorlar. Yani su seviyesinin yükselmesinin sadece iklim mültecilerini doğurmadığını aynı zamanda dünyamızın ne kadar hassas bir dengesi olduğunu da kanıtlamış oluyor.



Iceberg'ler için Australian Antarctic Division'ı ziyaret edebilirsiniz.

Dünyanın dengesini daha fazla bozmadan hepimizin alması gereken çok fazla önlem var. Üstelik, Birleşmiş Milletlerin önderliğinde Kopenhag’ta düzenlenecek İklim Zirvesi’ne de sadece 52 gün kaldı. Bu yüzden kamuoyunun farkındalığını artırmak üzere yürütülen küresel kampanyaların ardı arkası kesilmiyor. Tabii sanal dünyada bireysel destekçilerin sayısı dünya popülasyonuyla karşılaştırıldığında düşük kalsa da daha iyi bir geleceğin parçası olabilirsiniz.

http://www.sealthedeal2009.org/



http://tcktcktck.org/



http://www.hopenhagen.org/



http://www.350.org/

13 Ekim 2009 Salı

İnovatör bankacılardan konsept tasarım...

Ağustos 2007’de ABN Amro çalışanları tarafından kurulan “Dialogues Incubator”, hızlı ilerleyen hayatımızda işbirliği, inovasyon ve sürdürülebilir sorumluluk anlayışını birleştirerek sokaktaki insanın ihtiyaçlarına ve sosyal konulara çözüm bulmayı amaçlıyor. Websiteleri çok yol alamamış gibi bir görüntü sunsa da çalışmalarının ilk meyvesi, ses getireceğe benziyor.



Borsada aracı kurumu devreden çıkarıp internet üzerinden alım-satım işlemi yapanlar arasında gerçekleştirilen araştırmalar gösteriyor ki, bu kişilerin kararlarını mantık değil duygular (özellikle korku ve açgözlülük) yönlendiriyor. “Rationalizer” konsepti de bu gerçekten yola çıkan Dialogues Incubator ile Philips Design işbirliği sonucunda doğuyor.

Bilezik (EmoBracelet) ve çanaktan (EmoBowl) oluşan Rationalizer’da bilezik sayesinde yatırımcının anlık duygu değişimi ölçülüyor. Bu seviye ne kadar şiddetliyse ister bilezikte ister çanakta aynı şekilde renk ve desen değişimi oluyor. Böylece yatırımcıyı uyaran bu sistem sayesinde kişi durup derin bir nefes alarak kararını gözden geçirmiş oluyor.



Gelecekte piyasaya sürecekleri ürünler için “Rationalizer”ın bir başlangıç olduğunu belirten Philips Design ile ABN Amro açık inovasyona güzel bir örnek sunuyor. Duyguları hisseden teknolojisiyle rakiplerinden ayrışan uluslararası tasarım devi, yatırım ve risk analizindeki başka bir tecrübeli isimle deneyimini birleştirmekten çekinmediği gibi devamının geleceğinin de sinyalini veriyor.

10 Ekim 2009 Cumartesi

İş ve inovasyon fabrikasından notlar...

Sadece TED, farklı disiplinlerden kişilerin hikayelerini anlattığı, fikirlerin başka fikirleri tetiklediği, yaratıcı beyinlerin çekim merkezi olan bir yer değil. 2004 yılında kurulan Business and Innovation Factory (BIF), kar amacı gütmüyor ve gerçek dünyada çözüm üretmiş kişilerin kendi örneklerini paylaştığı platformlar arasında dikkat çekiyor.



Twitter sağolsun katılımcıların BIF’tan ne kadar keyif aldıklarını öğrenebiliyoruz. Ya da George Lucas’ın 1970’lerdeyken Star Wars oyuncaklarını öngöremediği devrimsel itiraflara şahit olabiliyor, Fast Company’nin en yaratıcı isimler arasında gösterdiği Neri Oxman’ın form yapmaktansa form yaratmayı savunan bir sistemi anlattığını öğrenebiliyoruz.

Çoğu sunumun ortak teması, farklı gruplardan ne tarz bir yaratıcılık çıkacağı bilinemez. Oyunların hem öğrenirken hem de iş yaparken önemli bir eleman olması yükselen değerler arasında. Mesela, sağlık sigortası şirketi Humana’da çalışanlar oyunlar geliştirerek nasıl fit kalınacağını gösteriyor. Wikonomics kitabının yazarı Dan Tapscott 4 milyon dolarlık araştırmasıyla 8-18 yaş arasındaki çocukların video oyunlarlarıyla düşünme biçimlerinin tetiklendiğini gözlemliyor. BIF’in kurucusu Saul Kaplan, geleceğin parlayan meslekleri arasında küratörleri gösteriyor. MOMA’nın tasarım ve mimarlık küratörü Paola Antonelli, insanların bilgiye ulaşımında küratörlerin köprü görevi göreceğini belirtiyor.



Ve bunca tetikleyici fikir arasında iş planlarının da hücre yenilemesi gerekmiyor mu? Akademisyen Alex Osterwalder’in önderliğinde 400’den fazla katılımcıyla hayat bulan taptazecik “Business Model Genaration” kitabı ilgi gören bir çalışma oluyor ki, editör kendi Twitter’ından Price Waterhouse Coopers’ın yüklü sipariş verdiğini paylaşıyor.

Kaynak: ThinkBalm ve PrincipledInnovation

6 Ekim 2009 Salı

Deneyim tasarımı, süpermarketlerde!

Zaman, şehirli insanların en önemli değerlerinden. Çalışma saatleri, ev-iş arasındaki mesafe yüzünden trafik problemi, ailenin getirdiği sorumluluklar derken, herkes her istediğini dilediği zaman yapamıyor.

Mesela, alışverişi düşündüğümüzde zamanı bol olan ister ucuzun ister kalitelinin peşinden koşuyor, zamanı olmayan ya paraya geçer nazım diyor ya da sanal dünyanın nimetlerinden yararlanıyor. Şehirli insan için alışveriş merkezleri kadar süpermarketlerin de bir nevi sosyalleşme alanı olmaları, trendler, yaratılan ciro ve yüksek rekabet deneyim tasarımı açısından ilgi görülmelerine neden oluyor.



Mesela Torino’dan Eataly, özellikle Slow Food hareketine meraklı hedef kitleyi tam 12’den vuruyor. İlk 6 ay içinde 1,5 milyon insan tarafından ziyaret edilen süpermarket, sosyal bilince sahip yemek tutkunlarını cezbediyor. Taze, kaliteli ve bol çeşidin yanı sıra mekanın ferahlığı, sürekli eğitimler denildiğinde Eataly başlı başına bir deneyim sunuyor.

Etraf irili ufaklı kahve dükkanlarından geçilmezken İngiltere’nin önde gelen zincirlerinden Waitrose krize rağmen market içindeki kahve köşelerini yeniden düzenlemekten çekinmiyor. Üstelik, 200’ün üzerindeki mağazasında birden. Sadece bu da değil. İngiltere’nin ecza alanında bir numaralı markası Boots ile anlaşma yaparak, optik alanında işbirliğine gidiyor.



Açık mutfak uygulamasını kendine örnek alan dev ASDA ise yeni açacağı mağazasının duvarlarını camdan yaptıracağını açıklıyor. Son 18 ayda yapılan araştırmalarda, müşterilerin yemeklerinin nerden ve nasıl geldiğini izlemek istediklerinden yola çıkan ASDA CEO’su saklayacak hiçbir şeylerinin olmadığını belirtiyor. (Bu arada, çalışanlarından birinin tavuk yalayıp, rafa geri koyarken ki filmi Youtube’da hit olmuş!)

Deneyim ekonomisinde artık geleneksel yöntemler yeterli değil. Aynı anda çapraz düşünebilmeli, trendleri takip edebilmeli, geleceği öngörmeli ama hepsinden önemlisi müşterinin görüşlerini dinlemekle kalmayıp uygulayabilmeli.

2 Ekim 2009 Cuma

Trendiary'nin Kopenhag izlenimleri Maison Française'de!

Tempo'nun temmuzda ayın websitesi olarak "Trendiary"yi göstermesinin ardından,



Kopenhag izlenimlerim de Maison Française'in Ekim sayısında yer aldı. Moleskine ödülü ve sergisi, BÜMED Dergisi'ndeki röportajım derken bu yıl verimli geçiyor.

30 Eylül 2009 Çarşamba

Sağlıklı olanı ödüllendirelim!

Amerika’nın en önemli sorunlarından biri obezite. Ne sağlık programları ne de sağlıklı beslenmeye yönelik sosyal sorumluluk projeleri... İstatistikler gösteriyor ki obezite oranı yine de artmaya devam ediyor.


© David Buffington

Farkındalık yaratmak, gözle görülür bir iyileşme yaratmıyor, biz de ödüllendirme metodunu uygularız diyenler gittikçe yaygınlaşıyor. Mesela, Tangerine Wellness, çalışanların ve de eşlerinin sağlıklı ve kontrollü kilo vermelerini yönetiyor. Hem sigorta şirketleriyle hem de Fortune 500 devleriyle birebir çalışan Tangerine, kurumiçindeki iletişimden, kişilerin (ya da ekiplerin) hedeflerine ulaşmasına ve bunun yöneticilere raporlanmasına kadar herşeyi yapıyor. Kilo verdiği için hem sağlıklı hem de kendini mutlu hisseden çalışanlar (para ya da puan) ödül kazanırken, şirketler de iş gücü kaybından tutun da sağlık harcamalarına kadar ciddi tasarruf sağlamış oluyor. HealthyWage de şu an beta versiyonda açılmayı bekliyor.


© MedicalRF.com

Carnegie Mellon ekonomisti George Loewenstein olaya psikolojik açıdan yaklaşarak, anında ödeme yapmanın, limbik sistemimizi harekete geçirdiğini, duygu ve ödül kavramlarını hatırlattığını belirtiyor. Ne kadar doğru ya da ne kadar etik olduğu tartışılır tabii ki ama ödüllendirmenin uyuşturucu kullanıcıları ya da sigarayı bırakmak isteyenlerde de işe yaradığı test edilmiş.

Zaten işin sadece kilo yönetimi olmadığını herkes kabul ediyor. Malum, şirketler stresi yönetemeyen ya da mutlu olmayan dolayısıyla da düşük performansla çalışanlarla dolu. Türkiye’de emeklilik sistemi ilk çıktığında, bu ayrıcalığı sunan kurumların ayrışacağı ve çalışanlar tarafından daha çok tercih edileceği belirtilmişti. Şimdi gelinen noktada ise mutsuzlar sürülerinin huzura kavuşması için kurumların farklı alanlarda da cömert davranması gerekecek.

28 Eylül 2009 Pazartesi

Hayatı iyileştirmek için tasarım!

Tasarımın estetik ve güzellik boyutunda değerlendirildiği günümüzde, her geçen gün yeni kurumlar doğuyor. Amaç, daha iyi bir gelecek için geliştirilen tasarımların yüksek kalitede olmasını sağlama almak... İşte, Danimarka Veliaht Prensi’nin himayesinde 2002 yılında kurulan ve kar amacı gütmeyen INDEX: de bu misyonu benimsiyor. 2005'ten bu yana küresel sorunlara tasarım aracılığıyla çare bulan fikirleri ödüllendiren INDEX: ve 2009 yılı kazananları, Radikal Tasarım Eki’nin Eylül sayısındaki yazımın konusu oldu. Hayatı iyileştirmek için geliştirilen tasarım çözümlerini keyifle okumanız dileğiyle...

23 Eylül 2009 Çarşamba

Sokak çiftçilerinin büyük hedefi!

Şehirlerin de büyük birer çiftlik olabileceğini savunanlar, sadece deden kalma bahçesinde üretim yapanlar değil, park ve bahçelerin de elverişli tarım arazisi olduğunu düşünenler, apartmanların çatılarında ya da balkonlarında sebze-meyve yetiştirenler her geçen gün artarak örgütlenmeye devam ediyorlar.


Havana

Mesela Havana’da bunu çok önce başaranların hikayesi “Power of Community” belgeselinde arşivlenmiş oluyor. Ya da Michele Obama’nın Amerikalılara örnek olmak için başlattığı hareketten çok önce Will Allen isimli bir çiftçi kendini gençleri eğitirken ve mahallelerde sürdürülebilir tarım alanları ya da seralar kuruyorken buluyor.

Bir adım öteye geçersek, artan gıda fiyatları ve ekonomik belirsizlik, daha kökten ve kitlesel çözümler alınmasını tetikliyor. Burdan yola çıkarak, Londra’daki çevreci gruplarla birlikte Belediye Başkanı Boris Johnson, 2012 Londra Olimpiyatları’nda servis edilecek 14 milyon öğün için şehir kaynaklarının kullanılmasını teşvik edici kampanyayı başlatıyor. “Feed the Olympics” fikriyle başlayan hareketle daha önce bu amaçla kullanılmamış çatılar ya da mahalle parklarının dahil olduğu yaklaşık 2400 dönümlük ek arazi değerlendirilmiş olacak.


Toyota Genel Müdürlük Çatısı, Japonya

Bu arada, web üzerinden “2030’da gıda” ile ilgili bir forum başlatan İngiltere Sağlık Bakanlığı ile Gıda Enstitüsü, ülkenin tüketim alışkanlıkları, gelecek beklentileri ve sürdürülebilirlik üzerine yorumlarını da toparlamış oluyor. Sadece günü kurtarmak değil, özel sektör, devlet kurumları ve bireyler olarak hepimiz geleceğe dönük planlarımızı iyi yapmalıyız ki animasyon dalında geçen yılın hem Oscar hem de Altın Küre Ödüllerinin sahibi Wall-E gibi bir gelecek bizi beklemesin!

18 Eylül 2009 Cuma

Babil’in Asma Bahçeleri tekrar gerçekleşebilir mi?

Suyun hem hayati hem de stratejik açıdan ne kadar önemli olduğuna daha önceki yazılarda değinmiştim. Artan popülasyonla birlikte gittikçe daha az kişinin temiz suya ulaşması, Arabistan yarımadasında ve Hindistan’da bilinçsizce açılan kuyuların sualtı kaynaklarına verdiği zarar, tarımdaki sulamanın daha az suyla daha verimli yapılabilmesi için yeni tekniklerin geliştirilmesi önemli gündem maddelerinden.



Birkaç yıl önce büyük küçük meraklıların oyuncağı olarak tanışılan Magic Sand yukarda bahsettiğim sorunlara çözüm olabilecek bir özelliği sahip. Hidrofobik kum olarak belirtilen malzeme, suyun nüfuz edemediği bir yapıya sahip. Yani suya döküldüğünde bildiğimiz kum gibi dibe batmayıp, istenilen şekli alabiliyor. Bu fikri nano teknoloji ile daha ileriye taşıyan ise Birleşik Arap Emirliği’nden DIME. Hidrofobik kum rulolarıyla yağmur sularının ya da yer altı su kaynaklarının kaybını engellemeyi hedefleyen DIME'nin projelerini gelecekte göreceğiz.



Kiremitleri de güneş enerjili tasarlayan insanoğlu, hem biomimik hem de nano teknoloji sayesinde çölleri yeşertip, kendi kendine yetebilen topraklar haline getirebilir.

Kaynak: Singularity Hub

15 Eylül 2009 Salı

Fırsat eşitsizliğinin azınlık grubu: Evsizler!

İstatistiklere göre dünyada yaklaşık 100 milyon kişinin evsiz olduğu belirtiliyor. Ailenin parçalanması, ekonomik açıdan dibi görme gibi türlü sebepler evsizlerin artmasında etkili oluyor. Avrupa’da en yüksek ortalamaya sahip ülke ise İngiltere. Her 1.000 kişiden 4’ünün evsiz olduğu düşünüldüğünde bu grubunun görmezden gelinmesi imkansız.



Thatcher döneminde artan evsizler, Tony Blair yönetiminin uyguladığı politikalarla azalmış ve bu politik tavır hala devam ediyor ki İngiliz evsizler Spring Gardens gibi modern bir yapıyla tanışıyor. Bina, Londra’da evsizlere barınak sağlayan en büyük grup St. Mungo’s yeni eseri. Daha önce karanlık, bol koridorlu olan yapı, mimar Peter Barber sayesinde daha ferah bir görüntüye kavuşmuş. Kütüphaneden bilgisayar odasına yemekhaneden aktivite odasına kadar herşey düşünülen binanın yeni tasarımının, hem yaşayanlar hem de çalışanlar üzerinde olumlu etkisi olduğu birebir görüşmelerden anlaşılabiliyor.



Bu kadar şanslı olmayan evsizleri düşünen başkaları da var. “Yaşamı iyileştirmek için tasarım” yarışması Index’te halkın seçtiği proje, evsizlere yönelik portatif korunak sağlıyor. Katlanarak çanta şeklinde taşınabilen Street Swags, su ya da soğuğu geçirmiyor. Avustralyalı öğretmen Jean Badden tarafından 2005 yılında tasarlanan ürünü üretmek de ciddi bir işbirliği yapılmış. Kamu ve özel sektörden sağlanan desteğin yanı sıra dikim işlemini hapishanelerdeki suçlular, nevresim, yastık ve diğer malzemelerle paketlemeyi ise öğrenciler yapmış. Bugüne kadar 10.000 adet dağıtılan Street Swags’in bu adımında ise hastaneler, Salvation Army gibi gönüllü kuruluşlar devreye girmiş. Sırada mikro kredi ile Kalküta ve Doğu Timor’da üretimi genişletme planı var.



Küresel ısınma, iklim değişikliği, bulaşıcı hastalıklar derken, kitlesel sorunlara çözüm bulabilecek tasarımcılar hepimizin arasından çıkabilir. Üstelik, inandığımız bir meselenin çözümü için şeffaf ve işbirliğine dayalı bir yol izleyen başarı odaklılar tam da Malcolm Gladwell’in “Outlier”ın da bahsettiği kriterlere uymuyor mu?

11 Eylül 2009 Cuma

“Outlier” Malcolm Gladwell, İstanbul’daydı!

Yazdığı 3 kitap ile iş dünyasının çok sıkı takip ettiği Malcolm Gladwell, Turkcell Akademi’nin gelenekselleştireceği pazarlama konferansının ilk davetlisi olarak bu sabah Conrad Oteli’ndeydi. Kariyerine Washing Post Gazetesi’nde muhabir olarak başlayan Gladwell, 1996 yılından beri The New Yorker Dergisi’nin daimi yazarları arasında.



46 yaşındaki Gladwell, kendisine yakıştırılan bir sürü sıfatın hakkını veriyor ki ülkeden ülkeye konuşmacı olarak davet ediliyor. Bugün de Turkcell’in üst düzey yönetimi, çalışanları ve iş ortaklarının ağır bastığı topluluğa hitap ederken daha ilk dakikadan itibaren samimi tavrıyla salona hakimiyetini gösterdi. Başarı için gerekli olan 10.000 saat ya da 10 yıl kuramını örneklendirdiği kitabı “Outlier” üzerine yaptığı konuşmasında biz de ağırlıklı Fleetwood Mac’in öyküsü dinledik. Grubun uluslararası ününü tam 16. albümlerinde (Rumours) yakaladığını anlatırken hangi dersleri çıkarabileceğimiz üzerine kuralları öğrendik.



1. Gayret: Aslında sebat etmek daha doğru olur. Çünkü Gladwell bir konu için çabalarken aynı zamanda o konuya gösterilen bağlılığı, sürekli tekrar etmeyi ve ısrarcılığı da beraberinde getirdiğini vurguluyor.
2. Değer: Amerikan futbolundan örnek verdiği bu kuralda, yıllar içinde yapılan araştırma gösteriyor ki üniversite takımında başarılı olan oyun kurucular profesyonel ligde aynı çizgiyi devam ettiremiyorlar. Halbuki kolej yıllarında daha orta düzeydeki oyuncular ileriki yıllarda adlarından söz ettirenler oluyor. Karşılaştırma yapıldığında başarıyı henüz tatmamış, ona ulaşmak için açlık duyan, uzun dönemde mücadele alanlarında pes etmeyen ve çok çalışanların sıyrıldığını gösteriyor.
3. İşbirliği (collaboration)
4. Farklı alanları deneyimlemek



Son iki maddenin kendini yeteri kadar ifade etmesi nedeniyle daha fazla detaya girmiyorum ancak Outlier’ın en önemli ana fikri, başarı hikayelerinin 1 günde yaratılamayacağını sürekli tekrar etmesi. Gladwell tekrar ile, basamakları hızla tırmanmak isteyen kurumsal dünya canlılarına vermek istediği mesajın altını çizmeye çalışıyor.

Ancak, asıl büyük itiraf son sayfalarda geliyor. Büyükannesi Daisy’ye ithaf ettiği kitabın bu bölümünde kendi ailesinin (dönemine ve koşullarına göre) başarı hikayesini anlatarak aslında yukarıda sayılan kuralların yanında inancın, ileri görüşlülüğün ve bazı koşulların sizin lehinize yaratılmış olabileceğini de anlatıyor. Çünkü dezavantaj gibi görünen özellikler ya da koşullar sayesinde de başarılı olunabileceğini gösteriyor. Sunduğu örneklerden sizin de kendinize dersler çıkarabileceğiniz olasılığıyla “Outlier”ı okumanızı tavsiye ederim.