Bundan sonra, bu satırlardan tasarımın tarihi üzerine ufak hikayeler de paylaşmak istiyorum. İlk hikayemiz de, tasarıma ve mimariye adını kalın harflerle yazdırmış güçlü bir ismin iş ve hayat arkadaşı üzerine ... Güçlü isim; Bauhaus ekolünün önemli isimlerinden, modern mimarinin babalarından, Amerika’ya göç ettikten sonra Chicago’yu Chicago yapan eserler oluşturan, meşhur “less is more” lafının sahibi: Mies Van der Rohe...
Yıl, 1929... Mies hala anavatanında yaşarken, Barcelona Fuarı için geçici olarak tasarladığı Alman pavyonu ve dekoratif ürünleri olay olur. İşte bu pavyonu tamamlayan ve günümüzde hala ikon eser olma özelliğini koruyan Barcelona Chair de bu yıl 100 yaşına ulaşır. MOMA’nın sürekli koleksiyonunda yer alan bu koltuğu, çakmaları bol olsa da nerde görseniz eminim sizler de kolaylıkla tanırsınız.
Ve bu koltuk, hep sadece, Mies’e atfedilmiştir. Ancak, tasarım tarihine dönüp baktığımızda koltuğun bir eş tasarımcısı olduğunu öğrenir ve bu noktada güçlü ismin iş ve hayat arkadaşıyla tanışırız : Lily Reich. Profesyonel iş hayatına moda tasarımı ile başlayan Reich, 1920 yılında 35 yaşındayken Almanya’nın tasarım üzerine en önemli birliği Deutsch Werkbund’un ilk kadın yöneticisi olmayı başarmış güçlü bir figür. Reich ve Mies’in yolları da işte bu dönemde kesişiyor ve 1938’de Mies’in Amerika’ya göçüne kadar sürüyor. Her ne kadar tasarımlarda Reich imzası öne çıkmasa da tasarım tarihi; Lilly’ye hakkını veriyor ve konuyu bayağı ileri götürerek Mies’in Amerika’daki yaşamında başarıyla sonuçlanmış hiçbir mobilya ya da sergileme ünitesi üretememesini Reich’in yokluğuna bağlıyor.
Eğer Reich, Amerika’ya gittiğinde sevip kalsaydı, ya da ülkesine döndüğünde savaş çıkmasaydı ya da zamansız bir hastalığa yakalanmasaydı, Lilly Reich neler üretirdi? Acaba, tasarım dünyası, Charles ve Ray Eames gibi meşhur bir çifte ve tasarımcılara hala ilham vermeye devam eden sayısız esere sahip olur muydu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder