Küresel ısınma kadar önemli bir konu, ne yediğimiz içtiğimiz olduğunu düşünüyorum. Hani yıllar önce deli inek ile sarsılmıştık, bu yıl da Çin’de süt krizi patlak verdi derken organiğin bu kadar öne çıkmasının sebebi gerçekten boşa değil. Kullanılan böcek ilaçlarının, kimsayalların ama en önemlisi de genetiği değiştirilmiş tohumlarla yetişen meyve sebzenin faydası ya da zararını ne kadar ölçebiliyoruz tartışılır.
Amerikayı doyurmaya çalışan çiftçilerin, bu yeni teknolojinden etkilenen hayatları ve hükümet-çiftçi-tüketici üçgenini inceleyen etkileyici “The Future of Food” belgeseli 2004 yılında Deborah Koons Garcia tarafından çekilmiş (Michael Moore çekse daha fazla popüler olur muydu acaba?). Dilerseniz, Snag Films’den izleyebilirsiniz.
Bu ayki, Wired Dergisi’nin kapak konusu da, gıda. Dünya popülasyonunun gıda ihtiyacını, benzin fiyatlarındaki değişikliğin üretimin her aşamasına yansımasını, iklim değişikliğinin ülkelere göre etkilerini, 1 Big Mac’in sadece %20’sinin enerjiye ait harcamaları içerdiğini, çiftliklerin geleceğini, hangi ülkelerin genetiği değiştirilmiş tohumları yasakladığını ve tabii ki ülkemizdeki büyük grupların da yöneldikleri balık çiftliklerini toparlayan süper bir dosya olmuş. Balık çiftlikleri hakkında özet ama detay bilgi isterseniz de WorldWatch Institute’ın raporu hazır.
Pazarlarda ucuzu ama aynı zamanda iyi ürünü arıyorken, nasıl yetiştiği, ürünler şehrimize gelene kadar harcanan enerji ve masrafı hesap ediyor muyuz? Ya da kalp dostu zeytinyağlı margarinler ya da Omega3’lü sütler derken gerçekten ne kadar saf ve faydalı ürünler tüketiyoruz? Strese karşı spirütüel tekniklerin gelişmesi, dolgun içeriğe sahip olmayan gıdalarla beslenen bizlerde detoksu daha da çok tetiklemiyor mu? Kaçımız kendi başımıza detoks yapıyor ya da buna kafa yoruyor? Bu konu uzun, yarın yiyeceklere yönelik dünya turuna devam edeceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder