30 Nisan 2009 Perşembe

Mavi Okyanus’ta yüzmek isteyenlere öneriler...

Temelleri sağlam olmayan, malzemeden de çalınmış bir binanın yıkılması çok kolaydır. Şu zor zamanlar için de stratejisini doğru yapmamış ve vizyonu olmayan kurumların bir sağa sola sallanması kaçınılmaz, ama malzemesi yani insan kaynağı konusunda da sorunlar varsa diyecek fazla bir söz yok.


© Human Blocks by Drill Design

Herhangi bir şirkete sağlam ve güvenli sıfatları yakıştırılıyorken bunları hakeden ancak ve ancak manalı işler çıkarmaya çalışan insanlar olabilir. Eğer, kurumun temelleri sağlam atılmışsa çalışanlar da kendilerine güvendiklerinden o kurumun da güvenli olarak algılanmasını sağlar.

Starbucks’ın eski CEO’su Jim Donald da şirketlerin krizden çıkış yolları için, iyi fikirler geliştirebilecek çalışanlarına kulak vermeleri gerektiğini savunan bir açıklama yapmış. Amerika’nın en önemli tasarım ajanslarından frog’un CEO’su Doreen Lorenzo da Fortune’da yayınlanan makalede bir sürü şirkete konuyla ilgili görüşlerini sormuş. W. Chan Kim ve Renee Mauborgne’nin meşhur stratejisi “Mavi Okyanus”ta nasıl yüzülebilir üzerine şu fikirler çıkmış:



Çalışanlarla işbirliği yapın: CISCO, iZONE programıyla farklı departmanlardan insanları biraraya getirerek yeni ürünlerin geliştirilmesini sağlıyor.
Fikir avcılığı yapın, bunun için uygun ortamlar yaratın.
Beceriyi ödüllendirin: Hayalgücünü öldürmek yerine yeni fikirlerin doğabilmesi için çalışanlara özgürlük tanıyın.
Çalışanlara söz hakkı tanıyın: Frog’un Texas ofisinden Ashley Menger adındaki tasarımcı, 2 hafta boyunca ne kadar çöp ürettiğini gözlemlemek adına kendi kendine bir çalışma başlatmış ve şeffaf bir ortam olan frog’da bu deneyimiyle ilgili blog açmış. Farklı şehirlerdeki ofislerden çalışanlar, bu fikre katılarak dönüşümlü olarak yorumlarını paylaşmış. Yeşil düşünce tohumlarının yeşermeye başladığını hisseden frog, frogware insiyatifini başlatmış. Faturalanabilecek değeri 1 milyon ABD Doları olan bu serbest zamanda çalışanlar, bir sürü proje geliştirmiş. Bunlardan biri de frog LED ampülü. Basınla da paylaşılan bu çalışma, hem büyük ilgi görmüş hem de frog’un yeşil uzmanlığını bilmeyen şirketlerin potansiyelden müşteri konumuna geçmelerini sağlamış. Üstelik, bu tasarım, frog'a IDEA 2008’de Altın Ödülü’nü getirmiş.



Ülkemizde de farklı düşünmeye ve çalışanlarının fikirlerini yüreklendirecek ortamlar oluşturmaya uğraşan şirketler mutlaka vardır ancak bu topraklara ait örnek alınacakların sayısının artması dileğiyle...

28 Nisan 2009 Salı

Krizin yarattığı yeni tüketim alışkanlıkları...

Global krizin patladığı ilk günlerde trend uzmanlarının açıkladığı öngörüler yaşanmaya başladı. Neydi o öngörüler? Eve kapanmak (sinema yerine evde film izleme, dışarda yemektense evde olma), bütçeyi daha dikkatli harcamak (marka olan ürünler yerine jenerikleri tercih etme, hatta sadece jenerik ürünler satan marketlerden alışveriş yapma), daha fazla geri dönüştürürek kullanmak ya da kendin yapmak.



Amerika’daki tüketim alışkanlıklarının iyice değiştiği üzerine hazırlanan haber de yukardaki öngörülerin doğrulandığını gösteriyor. Son krizde yaşanan bu alışkanlıkların benzerinin en son 70’lerin sonunda yaşandığını hatırlatan uzmanlar, o dönemdeki beslenme menüsünün etle başlayıp, domuz, tavuk ve makarnanın ardından fıstık ezmesi ve reçelle noktalandığını belirtiyor. En iyi marka krakerlerin ve bisküviler satışında düşüş yaşanırken, ithal yerine yerli marka biraların tüketimi artışta. En iyi kalitedeki biftek sosunun şişesini saklayıp eşine 99 centlik sosla yapılmış yemekleri yediren müşfik eşler, etli yemeklerde hindiyi tercih edenler, çitini kendini yenileyerek bütçesinden 200$ kar edenler...



Öte taraftan satış patlaması yaşanan ürünler de var. Amerika, ÖTV indirimimizin benzerini elektronik eşyalara uyguladığından HD TV’ler ya da oyun konsollarında (evde geçirilen zamanın kalitesi de yükselmiş olacağından) tercihler bu tarafa kaymış. Mutfağın yenilenmesi ya da çatının pahalı onarımı yerine daha ferah bir banyo için musluk ve lavabolar, faturadan kar ettirecek akıllı termostatlar ve yalıtım malzemeleri tercih edilir olmuş.



Bir örnek de İngilizlerden. Bilinçli yapılmayan tüketimin sadece çöpe giden ürün adedi olarak değil, enerji olarak da yansımasından yola çıkan İngilizler, sadece yemek tüketimine yönelik “Love Food Hate Waste” sitesini hzırlamış. Hepsi birbirinden yaratıcı fikir ve öneriler var ama ana sayfadaki bannerı (ağlayan armudu) izlemeyi kaçırmayın.

26 Nisan 2009 Pazar

Bölgesel kalkınmalara deneyimsel yaklaşımlar...

Doğal maden kaynakları açısından verimli ve zengin bir yer düşünün, ancak enlem olarak 1 adım ötesi yani karşı yakası Kuzey Kutbu. Çetin iklim koşullarının yarattığı hafif bunalımlı ama görev için giden ya da iş kuranların (eminim) iyi paralar kazandıkları bir ortam. Bahsettiğim yer, Rusya, Finlandiya, İsveç ve Norveç’in en kuzey bölümünü içine alan, yüzölçümü nerdeyse Fransa’nın 3 katı büyüklüğündeki, Barents Bölgesi...


© Northern Experiments – The Barents Urban Survey 2009

İster kurtarılmış bölge, ister sürgün yeri diyin, Kuzey Kutbu’nun iştah açıcı ortamı yavaş yavaş gözlerin buraya çevrilmesine sebep oluyor. Kalkınmayla birlikte yükselen şehircilik anlayışı, geçmişte yaşanan anlaşmazlıklarını aşarak kalkınmadan pay kapmayı arzulayan ve çok çeşitli etnik grupları barındıran 4 farklı devlet... Farklı uzmanlıklara sahip ajanslar da işbirliğine girerek bölgenin bu çetin ortamı üzerine “Northern Experiments – The Barents Urban Survey 2009” adlı bir kitap çıkarmış. Barents'in stratejik gücü ve barındırdığı potansiyel, faaliyet raporu gibi sıkıcı bir şekilden çıkarılarak yerinde gözlemlerin yapıldığı ve ciddi emek sarfedildiği hissedilen bir çalışmaya dönmüş.


© STIAN ÅDLANDSVIK

Sadece bu da değil, 2009-2010 yılları arasında Oslo – Tromsø – Murmansk – Rovaniemi – Helsinki – Moskova’yı dolaşacak olan Pan-Barentz Sergisi dikkat çekici. Olaya sadece ekonomik değil kültürel açıdan da bakan etkinlikte yok yok. Barents Bölgesi’nden çıkan önemli kişilerin portrelerinden, “Barents bir hedef tahtası olsa” oyununa, Kuzey Denizi’nde gece gece ışıl ışıl parlayan petrol platformlarından şehirleşmeye kadar herşeye dokunulmuş.

23 Nisan 2009 Perşembe

Tasarım festivali Milano’da esiyor...

Estetiğe, sanata ve zanaata büyük önem verilen İtalya’nın endüstri merkezi Milano’da bu hafta süresince yer gök tasarım. Dün başlayan Tasarım Haftası ile eşzamanlı düzenlenen Milano Mobilya Fuarı sağolsun şehirde iğne atsanız yere düşmeyecek bir ortam oluşmuş durumda.



Eskiden sadece mobilya fuarı düzenlenirken, 2002 yılında pazarlama cinlerinin kafa kafaya vermesiyle Tasarım Haftası’nın düzenlenmesine başlanıyor. Rönesans’ın doğduğu topraklarda ve tasarımı bu kadar sahiplenen bir ülke için aslında geç hayata geçirilmiş bir karar ama Milano Tasarım Haftası mutlaka katılınması/görülmesi bir etkinlik.

Hal böyle olunca, marka olmuş tasarımcılar yepyeni eserlerini ilk kez Milano’da sergilemek üzere görücüye çıkarıyor (aşağıdaki görsel Bouroullec Bros'un "Vegetal"i), dünyanın dört bir tarafından gelen üreticiler esinlenecekleri yeni temaların notlarını alıyor, gelecek vaat eden tasarımcılar fark edilebilmek için altın fırsatları kovalıyor.



Flickr’a fotoğraflar çoktan düşmeye başladı çünkü 21 Nisan’da basın için özel açılış yapıldı. Bu yıl gidemeyip internetten takip edecekler arasındaysanız David Report’un bloğunu ya da British Council’ın The Incidental’ını hem Twitter’dan hem de kendi sitesinden takip edebilirsiniz. Böylece, Ross Lovegrove neler söylemiş, Karim Rashid nerde DJ’lik yapacakmış gibi detay bilgilerden haberdar olabilirsiniz.

21 Nisan 2009 Salı

Değişimin anahtarı, tasarım!

İnovasyon kelimesi o kadar çok ve kolay telaffuz edilir oldu ki kelimenin taşıdığı değer ve önem sanki basite indirgenmiş durumda. Değişen çağda yani artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı, herkesin kendine yeni bakışaçıları geliştireceği bir dönemde taze terimler kendilerini hissettirmeye başladı.



Mesela, inovatif fikirler nasıl doğuyor diye bir adım önceye gitmek istersek, tasarımcıların çalışma metodundan yola çıkılarak geliştirilmiş bakış açıları fark yaratıyor. Mühendis, mimar, antropolog, pazarlamacı gibi farklı meslek gruplarından uzmanlar aynı çatı altında çalışarak daha manalı işleri nasıl geliştirebilecekleri üzerine kafa patlatıyor. İş tasarımı ve tasarımsal düşünce olarak çevirebileceğimiz bu bakışaçılarıyla çözümlenen başarı hikayeleri vaka olarak derinlemesine incelenmeye başladı.



Frog Design’ın kurucusu Hartmut Esslinger’in “A Fine Line: How Strategies Are Shaping the Future of Business” kitabının yayın tarihi için Haziran sonu planlanıyor. Amerika’nın önde gelen tasarım stratejisi ofislerinden IDEO’nun CEO’su Tim Brown’un kaleme aldığı “Change by Design” ise Eylül 2009’da yayınlanacak. Son olarak, Rotman School of Management’ın Dekanı Roger Martin’in kitabı “Design of Business: How Design Thinking Creates Competitive Advantage”ın planlanan yayın tarihi, Kasım.



Görünen o ki, 2009’ın sonuna kadar bu hikayeleri içeren kitapların adedinde patlama yaşanacak. Evrim geçiren insanoğlunun taze yöntemlerle kendini beslemesi, başarılı örnekleri iyice sindirerek her daim yaratıcı çözümler üretmesi de sürdürülebilir bir dünya kaçınılmaz olacak.

19 Nisan 2009 Pazar

Tüketicinin evrimi...

Context Research’ün, 2008 sonbaharında başlattığı “Amerikan Rüyası’nın ayaklarını yere bastırma” çalışmasının sonuçları açıklandı. Buna göre 5 adımlık süreci tamamlayan tüm tüketiciler ermiş sayılabilecekler. Bu adımlar sırayla;

1. Homo economicus’a elveda: Bu, fark etme aşamasıdır. Sadece “tüketen” bir insan olmak istemeyenler eski yaşamlarına elveda derler.
2. Hayatım bir kredi değil: Tüketim açısından “Hidayete nasıl ererim?” sorusunun sorulduğu aşamadır. Aynı zamanda kredi ve borç gibi tüm ekonomik terimlerin de sorgulandığı bir dönemdir.



3. Yeni denklem (“Ben”den “biz” ekonomisine geçiş): Alınan en doğru finansal ve hayati kararlar mantıksal, duygusal ve sosyal ihtiyaçları da karşılar. Bu yüzden, denklemin kendisi de değişiyor.
4. Eşyasız bir hayat: Tüketicinin kriz bağımsız hayatını ıvır zıvırla doldurmaktan vazgeçtiği aşamadır.
5. Neysen osun: Artık tüketici arınmıştır. Birşey söyleyip, bunun zıddını uygulamak söz konusu bile değildir. Tüketiminin ve sözünün eri olmuştur.

Peki böyle bir müşteri karşısında şirketlere yönelik tavsiyeler neler olabilir?

1. Gözlerine soka soka tüketicilere satış vaadinde bulunmayın.
2. İş kararlarınızı korkunun gölgesinde almayın. Ancak değişim zamanında iyi bir fırsat yakaladığınızı düşünüyorsanız hesabınızı iyi yapın.
3. Tek bir mesajın işe yarayacağını düşünüyorsanız aldanıyorsunuz. Yukarda sıralanan aşamalardan geçen farklı gruplar için farklı mesajlar verilmeli.
4. Kimseyi aptal yerine koymayın. Artık herkes uyandı.



Raporun içindeki sektörlere yönelik tavsiyelerde ilgimi çeken turizme yönelik olanı: “ortak tatiller”. Mesela birkaç yıldır, yaz tatilleri için erken rezervasyon gözde bir promosyon yöntemi. Perşembe günkü MRKTNG ZONE toplantısında Mey İçki CEO’su Galip Yorgancıoğlu da bu yaz için öngörülerde bulunuyorken benim de aklıma yazlıkçılık geldi. Kışın eve kapanan kitle, yazın akrabaların ya da arkadaşların yazlıklarında geçirecek gibi görünüyor. Markalar için deneyim bu kadar değerli bir hal almışken sahil şeridindeki sitelere yönelik ve hemen uygulamaya alınabilecek bir sürü fikrin uçuşmaması mümkün değil.

16 Nisan 2009 Perşembe

2009’un ilk MRKTNG ZONE toplantısının ardından...

Management Center Türkiye’nin organize ettiği MRKTNG Zone'un ilk toplantısı bugün yapıldı. “Yeni bir dünya, yeni bir düzen” başlıklı sohbetle başlayan toplantının konukları Euro RSCG’nin CEO’su Levent Erden, Mey İçki’nin CEO’su Galip Yorgancıoğlu ve Koton’un CEO’su Yılmaz Yılmaz idi.



Krizin etkileri, değişen pazarlama anlayışı ve gelecekle ilgili sohbette ilk olarak Yılmaz Yılmaz konuştu. Ana pazarları olan Türkiye’deki kadın ölçülerinden yola çıkarak farklı ürün çeşitleriyle nasıl ayrışmaya çalıştıklarının örneklerini verdi. Yorgancıoğlu ise, Tüketici Güven Endeksi’nin 2001’deki verilerden 10-15 puan düşük olduğunu, bu yüzden tüketicilerle olan iletişim stratejilerini mutluluk üstüne konumlandırdıklarını, Amerika, İngiltere ve Almanya krizden çıkmadan bu krizin atlatılmış sayılamayacağından bahsetti.



Levent Erden ise ülkemizin değişemeyen ekonomik koşullarından yola çıkarak çarpıcı tespitlerde bulundu. Sosyal değişimin yaşandığını zaten biliyoruz ama Erden, “ekran nesli”nin doğuşuyla birlikte tek başına sosyalleşen bu kitleyi tam anlamıyla tatmin eden bir ürünün henüz doğmadığına dikkat çekti. Bu nesille birlikte (ister 5 ister 10 yıl diyin) kitlesel TV’nin de yok olacağını belirten Erden, kendi tüketim kalıplarını geliştiren bu grup için “tatmin”in çok önemli olduğunu ekledi. Erden, "Bu kitle, kendi tüketim kalıplarını üretiyor. Rakip kavramı yok oldu. Harcanacak para varken ceket, koltuk veya iphone arasındaki tercihleri ihtiyaca değil tatmine yönelik belirleniyor" dedi.



1929’daki Büyük Buhran’dan sonra dünya savaşı çıktığını hatırlatan Erden, aynı şey günümüzde de olabilir uyarısında bulundu. Sarkozy’nin Peugeot ve Renault CEO’larına yaptığı para yardımı karşılığında tek bir kişinin işten çıkarılmaması koşulunu getirdiğini söyleyen Erden, milliyetçi pazarlamanın tırmanacağını ve bunun da AB’nin ölümüne sebep olacağını ifade etti. Yeni dünya düzeninde pazarlama bilmeyen finansçı ya da makro ekonomiden anlamayan bir pazarlamacının olamayacağını, bu yüzden bütünsel düşüncenin hükümdarlığını ilan edeceğini de ekledi.



Kriz yüzünden varlıkları erimiş, bir süre daha eksi büyüme rakamları açıklayacak olan ve eskisine oranla daha az paralı bir dünyada kazananlar, multidisipliner bir yapıyı benimsemiş, gerek tasarımlarıyla gerekse yenilikçi ve ihtiyaca yönelik bakış açılarıyla müşterilerini tatmin etmeyi başaranlar olacak gibi görünüyor.

14 Nisan 2009 Salı

Dükkanlar nasıl ayakta kalacak?

Küresel kriz, insanoğlunun yarattığı afete karşı hayatta kalma mücadelesi veriyor. Plazalarda çalışanlar pek gözlemleyemiyor olabilir ama haftaiçi öğleden sonraları alışveriş merkezlerinin kafeleri bayağı dolu oluyor. Boğaz’ın Avrupa yakasındaki Starbucks’ları da takım elbiseli ve laptop’lı kişilerin ofisi olmuş durumda.



Aşırı tüketimin sürekli pompalanması, yarını düşünmeden herşeyi tüketme, çöp jenerasyonu... Ne derseniz diyin, artık herkes kendisine çeki düzen vermek zorunda. Mesela, perakende sektörü geçen yıldan beri ara indirimlerle, ülkemize has taksit ötemelerle kendini korumaya çalışabilir, ama bu kriz kalktığında da aynı şekilde davranmaya devam edecekler mi sizce?

Amerika’nın önemli marka konumlandırma ajanslarından Graj+Gustavsen de geleceğin dükkanı nasıl olmalı üzerine kafa yorarken “survival (sağ kalma)” konseptini üretmiş. Temel ihtiyaçların aynı anda karşılanacağı bir yer olan “survival” dükkanlarında, düşük fiyatlı yiyecekler, bir kaç kış giyilebilecek kıyafetler, araba yerine bisikletler bulunuyor. Sadece bu da değil, deneyimin de önemine vurgu yapılarak, aynı çatı altında stressten uzak bir hayat için yoga seansı ya da kredi/vergi danışmanlığı da bulunuyor. Hepsi gelecek kaygısı duymadan kaliteli bir yaşam standartını yakalayabilmek için.



Düşünsenize, bu kadar alışveriş merkezi açılıyor, hangisinde “her ayrıntıyı da düşünmüşler” dediğiniz oldu? Ya da büyük marketlerden kaçında yukardaki gibi bir hizmet anlayışının ipuçlarını yakalayacağınız fikirlerle karşılaştınız? Deneyimin, pazar günleri süpermarketlerde yaşanan yoğurttan sucuğa, dondurmadan ezmeye kadar ürün tattırma curcunasını kastetmediğimi belirtmek isterim. Manalı işler çıkarmak için daha fazla kafa yormak gerekiyor.

Kaynak: TIME

9 Nisan 2009 Perşembe

Yeni nesil yarışmalarla geleceğin fırsatları...

The Earth Awards, ilk kez geçen yıl düzenlendi ve kazananlar bu yılın başında ödüllerini aldı. Malezya hükümetinin EcoStyle adlı projesinin bir girişimi olan yarışma, turizm ile tanınan bir devletin kendini sürdürülebilirlikle özdeşleştirme çabasının önemli bir adımı. Hedef, yeni ekonominin katalizörlüğünü yapacak fikirleri ortaya çıkarmak, gelecekteki refahın değişim yaratacak ve henüz varolmamış endüstri ve mesleklerinde yattığını göz önüne sunmak. Bir diğer amacı ise inovatif fikirleri yatırımcılarla buluşturarak, değişimi gerçekleştirecek ilerici bakışaçılarının hayat bulmasını sağlamak.



2008’in kazananı aslen mimar olan ve halen MIT’de doktorasına devam eden Neri Oxman. Yeni ve hızlı bir üretim süreci olan “FAB.Recology” ile ödüle hak kazanan Oxman, biomimik prensiplerini kullanarak tasarım ve inşa etme sürecine yeni bir boyut getiriyor. Material Ecology adıyla başlattığı araştırma konusu, mimari, mühendislik, bilgisayarlı modelleme, biyoloji ve ekolojinin birleşiminden oluşuyor. Mesela, “Monocoque” sanat mı, yeni bir doku mu, ürün tasarımı mı ayırmak mümkün değil ama etkileyici ve estetik olduğu gerçek.



Şu an imkansız gibi gelen düşüncelere fırsat vermek, araştırmalarını desteklemek ve fikrin gerçekleşme aşamasında sahiplenilmesine aracı olmak büyük bir potansiyel barındırıyor. Demek ki, evrim geçiren dünyamızda, turizmin ya da doğal kaynakların da ötesinde sahiplenilecek konu başlıkları yaratmak ve bu tarz fırsatların çekim noktası olmak için girişimci davranmak bizlerin elinde.

7 Nisan 2009 Salı

Geleceğin enerjisi: Güneş!

Küresel ısınmaya olan olumsuz etkisi ya da kaynaklarının kısıtlı olup olmaması tartışmaları petrolün ününe ün katadursun, alternatif enerji kaynakları aradan sıyrılmayı başarıyor. Rüzgar, dalga, jeotermal derken, en parlak ve nerdeyse sınırsız olan güç kaynağının güneş enerjisi olduğu iddia ediliyor.



Inc. Dergisi’nin, “Thomas Edison’un gerçek varisi” olarak nitelendirdiği fütürist Ray Kurzweil’a göre, teknoloji bu hızla ilerlemeye devam ederse güneş enerjisi 20 yıla kalmadan dünyanın tüm enerji ihtiyacını karşılayacak. Nanomühendisliğin başarılı uyarlamaları sonucunda da daha verimli, daha hafif ve kurması daha kolay güneş panelleriyle tanışacağız.



Hali hazırda Amerika, İngiltere ve Norveç’in başı çektiği ülkeler hidrojen bazlı yakıt istasyonlarına ve otomotivlere çok ciddi yatırımlar yaparken, Kurzweil güneş enerjisinin bu üretime de ciddi katkı sağlayacağını ve daha çevreci bir yapıya sahip olacağımızı iddia ediyor. İşte o zaman Peugeot’nun ya da Honda’nın konsept tasarımları konsept olmaktan çıkacak.

6 Nisan 2009 Pazartesi

Etonomi

Kriz ile birlikte klasik iş yapış şeklinin değişeceğinden bahsedip duruyoruz. Fast Company de literatüre etik ve ekonomi kelimelerinin birleşiminden oluşan yeni bir terim ekliyor: Etonomi. Teknoloji, tasarım ve sosyal sorumluluğu içinde barındıran etonominin, geleceğin iş yapış şekli olacağı savunuluyor.



Peki işin şekli değişirken yönetici profili aynı mı kalacak? Sosyal girişimcilik, bu değişimin başladığının sinyallerini bir süredir veriyordu. Geçmişi sadece 5 yıl öncesine dayanan bu olgunun beraberinde getirdikleri ise sıralamakla bitmiyor. Finansal yapıların haricinde mikro-kredi veren özel oluşumların doğuşu, sosyal girişimciler için liderlik okullarının kurulması, üniversitelerin MBA’in ötesinde sürdürülebilirlik programları başlatması ve sosyal girişimcilerin iletişim ağını güçlendirmek adına Davos gibi küresel bir forumun organize edilmesi... Ağaç yaşken eğilir misali, üniversite öğrencileri “etik iş” başlığı üstüne kendileri konferanslar düzenlemeye başladılar bile.



Türkiye’de de nispeten hızlı adımlar atılmaya başladı. Ama hala etik iş anlayışıyla iş yapıyor muyuz, gerçekten iyi sorgulamak gerekiyor. Mesela, ÖTV indirimi için ayrılan süre dolmadan stoklarını erittiğini iddia eden otomotiv firmalarının araba fiyatlarına zam yapması, daha gidecek çok yolumuz varmış hissi doğuruyor.

2 Nisan 2009 Perşembe

"Yeşil lüks" olabilir mi?

Eskiden sadece renk olarak nitelendirdiğimiz “yeşil”, son yıllarda sürdürülebilir dünyamız için en önemli kavramlardan biri. Doğru ve bilinçli bir tüketimin, boş yere sarf etmemenin, tekrar tekrar kullanımın kod adı. “Lüks” ise gösterişin, pahalının, genelin ulaşamayacağı ayrıştırıcı bir statü olarak son dönemin yine gözde sıfatlarından. Her iki kelimenin taşıdığı anlamlara baktığımızda nerdeyse zıt olarak görünse de, “yeşil lüks” literatürde çoktan yerini aldı.



Yeşil ilkelere göre hayatını yaşayanların lüks kavramı ile bağdaşamayacağını düşünenler tartışa dursun, doğal parklar ya da koruma altına alınan yerlerdeki lüks tatil beldeleri popülerliklerini artırmaya başladı bile.



İster Costa Rica’nın sadece 16 bungalow’dan oluşan ekolojik beldesinde yağmur ormanı deneyimini, isterseniz Filipinler’in özel koruma altındaki adalarından birinde spa keyfini yaşayın. %100 yenilenebilir enerjiyle çalışırken, elde edilen net kar da bölgenin sosyal ve ekonomik dönüşümü için kullanılıyor.

Demek ki, geleceğin turizmi yazısında bahsettiğimiz deneyim, farklılaşma ve potansiyel barındıran konular pekala zıt kavramların içinde gizli olabilir.