26 Şubat 2009 Perşembe

81. Oscar Gecesi’nin tasarım yönetimi

Sinema endüstrisinin kalbi, her yıl olduğu gibi bu yıl da minik altın dev “Oscar” için Los Angeles’ta attı. Geçen yıl izlenme oranlarında yaşanan düşüş, prodüksiyon ekibini yeni yöntemleri denemek için daha da kamçılamış. Malum, anlık sürprizlere alışkın olan gösteri nelere şahit olmadı ki? Oscar’ı kazandığında koltukların üzerinden sahneye fırlayan yönetmen/oyuncu mu istersiniz yoksa kendisine ödülü veren sanatçıyı canlı yayında öpeni mi?



Gösteriden önce bilgi almak isteyenlere ser verip sır vermeyen, hazırlıklar için 1 hafta öncesinden Kodak Tiyatrosu’nu ziyarete kapatan yapımcılar bu yıl sahne tasarımını ilk kez bir mimara emanet etmişler. Annesi de bir koregraf olan David Rockwell, sanat yönü ağır basan, mimarlığın yanı sıra Broadway’deki çeşitli gösterilerin set tasarımcılığını da üstlenmiş bir isim. Kendisine verilen brief de, film karelerinin arka arkaya uzayan görüntülerinden ziyade, oyun içinde oyun havasını yaratacak tiyatro sahnesini oluşturabilmek.



Tabii teknoloji de sağolsun, bu siparişin sonucunda ortaya çıkan: geçmiş yıllara göre daha şık ve sade, en “hit” malzemelerin kullanıldığı, sahne ile misafirlerin daha sıcak ve interaktif bir ilişki kurduğu bir atmosfer. Mesela, sahne zemini, Michelangelo’nun Roma’daki Piazza del Campidoglio’sundan esinlenerek yapılmışken aynı desen seyirci seperatörlerinde de kullanılmış. 92.000 Swarowski kristalinden oluşan perde ile önceki yılların ağır ve nerdeyse statik dekorları dinamizmi yakalamak için hafifletilmiş. Ödüller veriliyorken arka planda kullanılan 19 LED ekranı sahneyi montaj yapılan bir stüdyoya dönüştürmüştü. 2008’de “yaşayan en seksi erkek” seçilen Hugh Jackman’in tek başına ya da Beyonce ile yaptığı gösterilerde sahnede yer alan orkestra ise, ödüller veriliyorken bir anda buharlaşabiliyordu.



Oscar Ödül Töreni’nin yapımcıları, bu gecenin ne kadar büyük bir anlam taşındığının bilinciyle, izleyenlere tam bir “deneyim” yaşatmaya ve bunun sürdürülebilirliğini sağlamaya çalışıyorlar. Zaten, “en iyi yönetmen” ödülünü kazanan Danny Boyle da konuşmasında bu özel gece için (belki de onca ödülün keyfiyle) Akademi’ye teşekkür etti. İster ürün tasarlayın ister gösteri temel amaç karşınızdakinin sizin duygularınızı hissetmesi, o projeyle mesajınızı algılaması ve yaratmak istediğiniz o dünyayı deneyimlemesini sağlayabilmektir. Mesaj yerini bulmuyorsa hem emek hem de onca masraf, hepsi boş...

23 Şubat 2009 Pazartesi

Yeşil yaşamlar...

Ne zamandır, çevreyle ilgili yazmıyordum. Fırsat bu fırsat, nicedir uzak kaldığımız bu önemli başlıkla ilgili de arayı kapatalım. Ecofabulous’ta gezerken ana sayfada CTN Green Dergisi’nin banner’ına rastladım. Sayfaları çevirince her konuyla ilgili videolar, mükemmel fotoğraflar ve biri sürü yeni bilgiyle karşılaştım. Tekstil, tasarım, yeşil enerji, çevreye dikkat çeken kitaplar... Ne ararsanız var. Mesela,



1% For The Planet: Her gün yeni bir kuruluşun katıldığı bu ağda firmalar satış rakamlarının sadece %1’ini çevre odaklı sivil toplu örgütlerine bağışlıyor.
The Fuel: Josh Tickell, biodizeli hararetle savunan bir aktivist. Önce “From Fryer to the Fuel Tank” kitabını yazmış. Hızını kaybetmeden “The Fuel” filmini hazırlayarak Sundance başta olmak üzere bir sürü festivalden ödülle dönmüş. Filmde karavanıyla gezintiye çıkan Tickell, fast food dükkanlarından yemek sipariş veriyorken atık ızgara yağlarını da istiyor.
Adina (Drink No Evil): Enerji içeceklerinin yeni alternatifi olmaya aday. Hem adil ticaretle üreticisine ulaşmış kahve çekirdeğinden yapılma hem de antioksidan özelliğe sahip.
Antarctica – The Global Warning: Orlando Bloom, küresel ısınmanın etkileri üzerine Anartika’ya geziye gidiyorken kendisine ünlü bir fotoğrafçı ve film yapımcısı olan kuzeni Sebastian Copeland de eşlik ediyor. Ve ortaya mükkemmel kareler çıkıyor.



Hepsinin ortak noktası, bir felsefelerinin ya da arkalarında durabilecekleri sağlam bir hikayelerinin olması, davetkar bir websitesinden mümkün olduğu kadar soruya yerinde cevap vermeleri. Kısaca, sürdürülebilir bir konu başlığının doğru tasarlanmış bir içerik yapısıyla beslenmesi. Gerisi, sizin konuyla ne kadar ilgili olduğunuz ve takip etmek istediğinizle alakalı...

20 Şubat 2009 Cuma

Blu-Ray Kozmetiği...

Pazarlama ve tasarım üstüne yazılan yabancı makalelere göz attığınızda bir sıfatın çok tekrarlandığını fark edeceksiniz: Çevik (Agile). Yani büyük balık küçük balığı değil, hızlı balık yavaşı yiyor. Bu nedenle, piyasada nelerin olduğunu takip etmek kadar anında harekete geçebilmek de önem kazanıyor.

İşte, Amerika’nın en inovatif kozmetik markası olarak kendini konumlandırmaya çalışan Cargo, HD teknolojisini kullanarak yeni serisi Blu-Ray’i piyasaya sürdü. Hedef kitle, sadece film endüstrisi (yıldızlar ya da makyözler) değil, düğün ya da mezuniyet gibi özel günler ya da fotoğraf çekimlerinde mükemmel ve doğal görünmek isteyen kadınlar.



Cargo’nun kurucusu Hana Zalzal, yoğun ve ağır makyajın HD teknolojisinde sırıtmasına karşı makyözlerin taleplerine kulak vermiş. Kanada’da mimari ile başlayan eğitimini inşaat mühendisi olarak tamamlayan ve üstüne de MBA yapan Zalzal, ödüllü ambalaj tasarımları ve pratik ürün tasarımıyla yaratıcılığın hakkını veriyor. Mesela, Foundation Pouch, 2007 Red Dot Ürün Tasarımı Ödülü’ne layık görülmüş.



Yavaş kalan ya da doğru konumlanamayan markaların/kurumların düştüğü en büyük yanlış da burda yatıyor. Dert, moda manyağı gibi kendine yakışıp yakışmayanı üretmek değil, gerçekten ihtiyaç duyulanı karşılayabilmek olmalı. Üstelik, arada farklı bir şeyler deneyecekse de rüküş değil "ne kadar güzel olmuş" dedirtebilmeli.

18 Şubat 2009 Çarşamba

Doğadaki şifayı evinde yetiştir

BBC2, 9 haftadır "Grow Own Your Drug" ismiyle bir program yapıyor. Etnobotanik uzmanı James Wong mesleğini "bitkilerin nasıl kullanıldığına yönelik çalışan bilimadamı" olarak tanımlıyor. Tarifleri, strese karşı rahatlatıcı sıcak çikolatadan böcek ısırmasına yönelik kreme, soğuk algınlığına birebir tavuksuyu çorbasından burkulmalara yönelik biber bantlarına kadar geniş bir portföy çiziyor. Program, Reading Üniversitesi’nden Prof. Liz Williamson tarafından da denetleniyor.



Ne zamandır yazılıp çiziliyor, hatta evde çiftçiliğe yönelik bir sürü ürün tasarımı siteler arasında dolaşıp duruyor. Mesela Prepara’nın Mini Garden serisi tam da bu kitlenin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik. 'Naked Chef' Jamie Oliver de online satış sitesinden maydanoz, nane, fesleğeni özel tasarım ambalajlarda yetiştirebileceğimizi gösteriyor.



Kadın programlarında pratik bilgiler veriliyor ama hedef kitlesi miyiz? Hadi diyelim, haftasonu yayınlanan bir sağlık ya da mesleğinde belirli bir yere gelmiş şifacıların programına denk geldik diyelim, konuk davet etme tutkularından ve “ne yersin içersin” sohbetlerinin iç bayıltmasından kanal değiştirmeye mahkum kalmıyor mu? Programların formatları yeniden düzenlense hiç fena olmaz.

Kaynak: The Future Laboratory

16 Şubat 2009 Pazartesi

Girişimciler, işbirliği için buraya!

Google’ın Zürih'teki ofisinin fotoğraflarını bir şekilde görmüş olabilirsiniz. Ya da bu haftasonu Microsoft Türkiye’nin yeni ofisini ve çalışma şekillerini konu eden yazıyı okumuş olabilirsiniz. Hepsi çalışanlarına rahat ve yaratıcılıklarını tetiklemeyi sağlayan ortamlar sunmanın önemini kavramış şirketler.



İşte şimdi inovasyonun tavana vurduğu, sosyal tasarım kavramının daha sık duyulmaya başlandığı bu zaman diliminde, danışmanlar birbirleri arasında separatörler çekilmiş 4’lü çalışma ortamlarının sonunun geldiğini söylüyor. Kurumsal dünyada hal böyleyken, diğer tarafta yeni ve farklı fikirlerle beslenmek isteyen yaratıcı şirketlerin küçük girişimcilere ya da serbest çalışanlara kucak açması ya da internet cafe’lerin evrim geçirmiş versiyonları var.

Ofisini, proje bazlı çalıştığı işortaklarına açan ajanslara, müşterilerine (en basitinden ifade edersek) toplantı odaları sunan ilerici finans kurumlarına daha sık rastlıyoruz. Mesela, modern tarzda döşenmiş ortamıyla Hive’ın ofis alanlarından ayda 129 USD ödeyerek yararlananlar , farklı disiplinlerden kişilerle daha sıcak fikir alışverişinde bulunabiliyor.



Para parayı çeker derler ya, aynı şey fikir için geçerli olmaya başladı bile.

14 Şubat 2009 Cumartesi

Fast Company, 50 En İnovatif Şirket Listesi’ni açıkladı...

Gelecek öngörülerinde bulunanların ifade ettiği gibi, 5 yıla kalmaz “inovasyon” kelimesini de tüketip, çalışanlarının ve müşterilerinin mutluluk/refahını düşünen şirketler üzerine hazırlanan listeleri görebiliriz. Ancak şimdilik, favori dergilerimden Fast Company’nin INNO50 listesine göz atalım. Şirketlere baktığınızda IT firmalarının atağa kalktığını, ilaç, enerji ve eğlence sektörlerinden yeni firmaların çıkışta olduğunu göreceksiniz. Madem inovatifler, önümüzdeki dönemde bilinen şirketlerden ziyade yenileri daha sıkı takip etmek gerekir.



1. Obama Team: Yeni - Herkes Başkanlık yarışını kazandıran bu ekip hakkında fazlasıyla yazdı çizdi.
2. Google: Geçen yıl 1.
3. Hulu: Yeni
4. Apple: Geçen yıl 2.
5. Cisco: Geçen yıl 37.
6. Intel: Geçen yıl 34.
7. Pure Digital Technologies: Yeni
8. WuXi PharmaTech: Yeni
9. Amazon: Aynı sırada
10. IDEO: Geçen yıl 5.
11. GE: Geçen yıl 4.
12. HP: Geçen yıl 18.
13. Nokia: Geçen yıl 7.
14. Gilead Sciences: Yeni
15. Facebook: Geçen yıl 3.
16. NextEra Energy: Yeni
17. Q-Cells: Yeni
18. First Solar: Yeni
19. IBM: Geçen yıl 22.
20. Zappos: Yeni
21. Nintendo: Geçen yıl 10.
22. Disney: Geçen yıl 14.
23. Crispin Porter + Bogusky: Yeni
24. TBWA Worldwide: Yeni
25. New England Sports Ventures: Yeni
26. DSM: Yeni
27. Nike: Geçen yıl 6.
28. NPR: Yeni
29. Barbarian Group: Yeni
30. W.L. Gore & Associates: Yeni
31. Busboy Productions: Yeni
32. Skidmore, Owings & Merrill: Yeni
33. Wal-Mart: Geçen yıl 32.
34. Microsoft: Geçen yıl 41.
35. Ubisoft: Yeni
36. Vestas: Yeni
37. Chevron Energy: Yeni
38. CAA: Yeni
39. L-3 Communications: Yeni
40. Weta Digital: Yeni
41. Lego: Yeni
42. Emirates: Yeni
43. Genyzme: Yeni
44. Etsy: Yeni
45. BYD: Yeni
46. Warner Music: Yeni
47. Aravind EyeCare System: Yeni
48. Toyota: Geçen yıl 39.
49. Pelamis Wave Power: Yeni
50. Raser Tech: Yeni

11 Şubat 2009 Çarşamba

Japon bulmaca rüzgarı...

Gazetelerimizin çoğu günlük bulmaca eki veriyor. Kimilerine göre pek değerli bir başlık olarak görünmeyebilir ama gözlediğim kadarıyla orta yaşını devirmeye başlamış, çok fazla yoğunluğu olmayan kesim arasında müptelası çok. Birkaç yıl öncesine kadar 7'den 70'e herkesin arasında ise sudoku patlaması yaşanmıştı. Kakuro’yu da unutmamak lazım.

Kelimelerden de anlaşılabileceği gibi, problem çözme yeteneğini ciddi geliştiren bu bulmacaların anavatanı tabii ki Japonya. Fakat ilginç olanı geçen yıldan beri İngiltere’nin önemli gazetelerinde rastlanan, bu yılın başında New York Times’ın öne çıkardığı yeni bir oyun var: Kenken.



2004 yılında Tokyo’da matematik hocası olan Tetsuya Miyamoto’nun geliştirdiği oyun, yaratıcısı tarafından “öğretmeden öğretme sanatı” olarak tanımlanmış. Sudoku felsefesinden yola çıkılarak yine (4x4,.... 9x9) bir karemiz mevcut. Ancak bu kez, karelerin içinde 4 işlem devreye giriyor. Her satır ve kolonda rakamlar yine bir kez geçecek.



Tabii işin sırrı, hemen patent alınmasında, Japonya’nın yayıncılık devi (aynı zamanda eğitime yönelik oyuncak üreticisi) Gakken'in himayesine girilerek, Amazon ve Nintendo’yu bağlamakta. Gerisi zaten planlı bir pazarlama aktivitesine dönüşüyor.



İşim olmaz bu piyasa ürünleriyle derseniz, size Finli Seppo Mustonen’in istatistik yazılımdan çıkarttığı Survo’yu tavsiye edebilirim. Bulmaca, birkaç yıldır Finlandiya’nın 2. büyük gazetelerinden Ilta Sanomat'ta ve Helsinki Üniversitesi'nin çıkarttığı Bilim Dergisi’nde yayınlanıyor.

10 Şubat 2009 Salı

Sürdürülebilir şehirler...

8 Şubat Pazar günü Stockholm Tasarım Haftası ve Mobilya Fuarı tamamlandı. Her organizasyonda olduğu gibi bu hafta süresince de çeşitli etkinlikler ve seminerler düzenlendi. Bir tanesi Future Design Days kapsamında “Light Now” idi. Savundukları ise, düşük enerjiyle çalışan çevre dostu ampuller değil, nesli tükenmek üzere olan klasik ampullerdi. Aydınlatma dünyasının önde gelen sanatçı/tasarımcısı Ingo Maurer’e göre yeni ampüller, iyi bir mühendisliğin eseri olsa da ne yazık ki kötü ışık sunuyor ve çirkinler.



Diğer bir seminer ise, sürdürülebilir şehir üzerindeydi. Aslında bu konu, Design Boost’un Boost Talks adını verdiği toplantıların Ekim ayındaki seansında mercek altına alınmıştı. Tasarım Haftası’nda düzenlenen konferansın katılımcıları arasında hem İsveç Çevre Bakanı hem de Kültür Bakanı bulunurken, moderatörlüğünü ise çiçeği burnunda Sürdürülebilir Şehir Delegasyonu Başkanı yapmış.

Design Boost ve David Report’tan tanıdığımız David Carlson, yaptığı açılış konuşmasında her geçen gün büyüyen yeni “yaratıcı sınıf” ile şehirlerin gelişiminin nasıl çakıştırılabileceğine dikkat çekmiş.



- “Sürdürülebilir Şehir”, bir proje değil, süreçtir.
- Bu süreç de bütünsel olmalı. Bunun için de 7 temadan oluşan Sürdürülebilir Çark örnek gösteriliyor. (Çevrenin etkisi, inovatif gelişim, kullanıcıdan etkilenme, estetik, kalite, otantiklik ve etrafla uyumluluk)
- Başlangıç noktası ve perspektif insancıl olmalı. Sonuçta, ne ev sadece ev, ne de park, sadece 1 park. Ancak insan ile bir anlam ifade ediyorlar.
- Yaratıcı buluşma noktaları daha fazla olan şehirler, haliyle daha fazla insanı ve şirketi çekecektir.
- Sürdürülebilir konular, belirli bir kitleye özel değil, herkesi kapsayacak şekilde kurgulanmalıdır.

Mesela, şu an, hep 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti’nin projelerine yoğunlaşıyoruz ama derdimiz “oh, yaptık bitirdik” gibi mi olmalı, yoksa ileriyi düşünerek daha geniş kapsamlı projelerle devamlılığını mı sağlamalı? Ya da belediye seçimleri? Doğruyu söylemek gerekirse, içeriğini çok beğenmediğim popüler kültür yazarları bile beyintakımlarının kurularak, ileriye dönük stratejilerin, trendlere göre taktik değiştirmenin gerekliliğinden bahsediyor. Ne diyim, sıradan vatandaşın gördüğümü ama büyüklerimizin bildiği başka şeyler var demek ki...

6 Şubat 2009 Cuma

Sırada ne var?

Trendlerin uzun dönemli kurum stratejilerine olan etkisi üzerine danışmanlık veren Richard Watson, 2009 için öne çıkan başlıkları bloğunda açıklamış. Visualcomplexity kadar karmaşık ve ileri olmasa da haritalama metodunu iyi kullandığını düşünüyorum. Aslında 10 başlık var ama ben içlerinden seçim yaparak sizlerle paylaşıyorum.



1. Endişe: Hepimiz ileriyi görememekten, krizden, dünyanın geleceğinden dolayı büyük kaygı duyuyoruz. O yüzden önümüzdeki dönemde birey ya da kurum bize en fazla güveni kim hissetiriyorsa, kazançlı çıkacak. Yatırım olarak en az riskli, en güvenli araçlar tercih edilecek. İşten çıkarılan vasıflı elemanların, kamu görevlerine başvurularında artış olmuş mudur? Peki ya ufukta nostalji patlaması mı görünüyor?
2. Back to basics: Kendin pişir kendin ye, sinema değil evde TV/DVD keyfi (bknz: D&R’ın genel müdürünün Hürriyet’teki röportajı), aileyle daha çok vakit geçir, dikiş öğren, elindekileri değerlendirerek hediye ver. Ama elbet sıkılacaksınız, o zamana kadar idare ediverin işte.
3. Dijital diet/unplugged: Kaç arkadaşınızın cep telefonunu ezbere biliyorsunuz? Kaçının doğumgünü, cep telefonu ya da bilgisayarda değil de (varsa) not defterinizde kayıtlı? Facebook’tan gönderilen uygulama tekliflerinin ne kadarını kabul ediyorsunuz? Nostalji burda da devreye giriyor. Boston Globe’da yayınlanan bir makale, Amerika’da el yazısını okuyamayan bir jenerasyon yetiştiğine gönderme yaparak, el yazısının geleceğine odaklanıyor. El yazısı okuyabilenlerin değeri ileride artabilir.



4. Yeter: Bu konuda, Tom Hodgkinson’ın “How to be Free” kitabı tavsiye ediliyor. E zaten “slow ....” akımı da bunu yeterince desteklemiyor mu?
5. Arka bahçem: Küresel ısınma sebebiyle ortaya çıkan “yerel olanı tüketme” kavramı, politikadan ekonomiye kadar daha da genişleyecek. Düşünsenize, kaçımız işimize yakın oturuyoruz? Kaçımız çocuğumuzu, civardaki bir okula gönderiyoruz? Kaçımız, Japonların bile gördüğü ama daha önce gitmediğiniz yerleri bu yılki seyahat planına dahil etmeyi hedefliyor?
6. Beyin: Bizce MR olarak nitelendirilen MRI artık fMRI’a terfi ediyor. Teknolojinin ilerlemesiyle nörobilim de yükselişte. Geçen yılın son çeyreğinde yayınlanan Buyology ile başlayan rüzgar daha da hızlı esebilir.

4 Şubat 2009 Çarşamba

Davos’ta “iyi tasarım/kötü tasarım” tanımı...

International Herald Tribune’ün tasarım eleştirmeni, geçen Aralık ayında Marka Konferansı'na katılanların dinleme fırsatı yakaladığı, Londra Tasarım Müzesi’nin eski küratörü Alice Rawsthorn, yine bir klasiği gerçekleştirerek, Davos’ta tasarım konferansının moderatörlüğünü yaptı. Konuşmacılarla birlikte "iyi tasarım/kötü tasarım"ın tanımını yapmaya çalışmışlar.

IDEO’dan Tim Brown’a göre iyi tasarım, fonksiyonu çok kullanışlı olmalı. Bu yüzden, Flip video kamerası, kaydetme, dosyaları indirme, düzeltme ve gönderme anlamında basit ve kusursuzken, aynı temel beklentileri karşılayamayan Amazon’un Kindle’ı kötü.



Marka danışmanı Brian Collins, efektif olmayan tasarımın ne kadar büyük sonuçlar doğurabileceğini dikkat çekmiş. Amerika’da satılan reçeteli ilaçlar (filmlerden hatırlayabileceğiniz gibi), şeffaf plastik kutular içinde aynı etikette olduğundan sürekli yanlış ilaç alımıyla sonuçlanmış. Büyükannesinin de benzer bir durum yaşaması üzerine olaya el koyan tasarımcı Deborah Adler’in çözümü şu an Target’ın ClearRX ilaç serisinde kullanılıyor.



MOMA’nın Tasarım Küratörü Paolo Antonelli’ye göre ise sadece verimlilik yeterli olmayabiliyor. New York’un "ucuz, etkili ama çirkin" trafik bariyerlerine karşın Enzo Mari’nin tasarladığı ve geleneksel keklerden dolayı “panettone” adını alan Milano’daki bariyerler, “zarif, zevkli ve neşe dolu.” (son sıfata katılıyorum ama ilk ikisi konusunda İtalyan milliyetçiliği ağır basmış sanki, ne dersiniz?)



Hillary Cotham ise, Londra’nın (daha önce bloğumda yer verdiğim, Norman Foster tasarımıyla yenilenecek olan) Routemaster ile bizim de kullandığımız metrobüsleri karşılaştırmış.

Index:Design CEO’su Kigge Mai Hvid’e göre ise iyi tasarım WhalePower’ın biomimik harikası ödüllü rüzgar türbini.



Yves Behar ise sürdürülebilirlik için iyi bir örnek olan Smart Car’ı örnek göstermiş. Doğum yılı 1997’den bu yana düşük satış grafiği çizen Smart, aslında kompakt ve yakıt dostu tam bir şehir arabası. Behar’a göre finansal, teknik ve stil hataları yüzünden Hummer’ın bile estetik konusunda üstünlük tasladığı bir ürün. Tasarımcı, trendin küçük arabalar yönünde esmesi ve gelecek yıl elektrikli versiyonun piyasaya sürülmesiyle Smart’ın dünyaya değer katan misyonunu geri kazanacağını düşünüyor.

2 Şubat 2009 Pazartesi

Ayağını yorganına göre uzat...

Devir, değişiyor ve gelecek nesillere miras olarak sürdürülebilir bir dünya bırakmak istiyorsak değişmek de zorunda. Sahtekarlık, Yeni Dünya’nın tam göbeğinde nice dev kurumları yutmaya başladığında, küresel ekonominin aktörleri önlem almak yerine, soğukta donan insanların uykuya dalması gibi olmayan paranın tatlı sıcaklığına dalıp gittiler, meyvelerini de biz topluyoruz.

Aynı iklim değişikliği politikalarındaki gibi, (en büyük etkiye sahip olan hükümetler hala gerekli önlemleri almazken) bireyler kolektif çalışmalarla değişimi başarmaya, farkındalığı artırmaya çalışıyor.



İşte ekonomik koşulların (zengin/fakir) hepimizi (kriz öncesi döneme göre) daha da zorladığı bir ortamda, Emerging Trends, ticaretin yeni değerler üreteceğini öngörüyor. Mesela, ticaretin ilk hali olan takasın sanal dünyaya yansımalarıyla daha sık karşılaşacağımızı, herhangi bir eşya kadar becerilerimizin de daha sık değiş-tokuş edileceğini belirtiyor. TradeaFavor’ın ya da SwapThing’in yaptıkları tam da bu! Facebook’taki gruplarına dahil olursanız, yetkin olduğunuz konuyu ihtiyaç duyabilecek kişilere duyurup, siz de karşılığında başka birinden bedava bir hizmet/eşya alabilirsiniz. (Ülkemizdeki örnekler, TürkBarter, KoçBarter, AvrasyaBarter, ağırlıklı finansal takasa yönelik)



Eğer “finansal anlamda daha fazla yaratıcı fikire, kriz dalgasından en az zararla çıkmak üzere ipuçlarına ihtiyacımız var” derseniz, kesinlikle WiseBread’i takip edin derim. Yok “beni ancak piyango kurtarır” derseniz, denemeye devam!