30 Kasım 2008 Pazar

Sosyal sorunları çözen tasarımcılar...

Bahsettiğim yeni bir konu değil. IDEO’nun, KOBİ ağırlıklı çalışan sivil toplum kuruluşu Kickstart için geliştirdiği MoneyMaker Pump, 1991 yılından bu yana Kenya’da 64.000 yeni işin doğmasını sağlarken, yılda 79 milyon ABD Dolarlık değer de yarattı. OneLaptopPerChild Projesi'nin fikir babası Nicholas Negroponte bilgisayar tasarımında dev markalara hizmet veren Yves Behar ile çalıştı. Design 21, sosyal dönüşümün tasarım aracılığıyla gerçekleşebileceğine inanan tasarımcılar, sivil toplum kuruluşları, bireyler ya da organizasyonların arasında bir ağ oluşturmak için kuruldu.



Bir süredir (sahip olduğu varlıklar düşünülünce öncü olması hiç şaşırtıcı değil) Rockefeller Vakfı da içinde bulunduğumuz sosyal sorunlara çözüm getirmek amacıyla tasarımcılarla biraraya geliyor. IDEO’yla beraber yaptığı ve sonuçlarının 2 kitap halinde sunulduğu çalışma, tasarım firmalarıyla sosyal sektörün nasıl birleştirebileceği üzerine. Ağustos ayında İtalya’da düzenledikleri çalıştayın sonuçlarını ise yine bir tasarım firması Design Continuum derleyip toparladı. Yakın tarihte Gates Vakfı da IDEO ile ortak bir çalışma yürüterek küçükölçekli çiftçiler için “İnsan Odaklı Tasarım” araçkitini hazırladı.



Yıllardır büyük vakıfların, yine büyük bağışlarda bulunarak çeşitli sağlık konularının AR-GE çalışmalarını desteklemesine alışkınız ancak bundan böyle sosyal alanda yaşanan küresel sorunların çözümüne yönelik bu tarz işbirliklerine daha sık rastlayacağımız kesin.

P.S. Pune’de Aralık ayının ilk günlerinde gerçekleştirileceğini beklediğimiz Hindistan Tasarım Festivali, yaşanan son gelişmeler yüzünden 2009 Şubat’a ertelenmiş :=( Support Peace Innovation!

28 Kasım 2008 Cuma

Dünya barışına inovatif yaklaşım...

Her daim iniş çıkışın bol olduğu, gündem için konu sıkıntısı çekilmeyen bir ülkenin evlatları olarak şu an içinde bulunduğumuz durumu bünyemizin garipsediğini zannetmiyorum. Amerika’nın önemli trend uzmanlarından Faith Popcorn da kendi ülkesi başta olmak üzere (hava kirliliğinden terörist saldırılara kadar her çeşit negatif faktör yüzünden) içe kapanma ve gelecek hakkında daha endişeli olmamız trendlerine dikkat çekiyor.



Tam da ekonomik krizi nasıl atlatacağız, 2009 nasıl geçecek derken, bir anda geleceğin 4 büyük gücünden (BrasilRussiaIndiaChina) Hindistan’da yaşananların şu an için din odaklı görünmesi 11 Eylül’ü hatırlatıyor. Ana haberlerde Türk rehinelere Müslümanlık testi yapmaları ve ardından gayrimüslimleri katletmeleri kelimelerle ifade edilmeyecek kadar ağır.



Niye bu nefret diye sorgularken (ki aslında pek de sorgulamaya gerek yok, dilerseniz başta Eric Hobsbawm olmak üzere literatürü hızla tarayabilirsiniz), aklıma Fortune’un bu sayısında işlediği “geleceğin 10 gurusu” yazısında yer alan BJ Fogg geliyor. Kendisi Stanford Üniversitesi’nde İkna Teknolojisi Laboratuarı’nın hem kurucusu hem de mevcut yöneticisi. Deneysel psikolojiden yararlanarak bilgisayarların ya da cep telefonlarımızın davranış ve düşüncelerimizdeki etkileri üzerine kavramlar üretip araştırmalar yürütüyor.



Şu anki en önemli projeleri arasında ise “barış inovasyonu” adını verdiği çalışması bulunuyor. Amaç, ikna edici teknolojiler geliştirerek gelecek 30 yıl içinde dünya barışına ulaşmak. Her ne kadar kendisi de bu çabayı naif bir tutum olarak değerlendirse de kesinlikle başarılabileceğine inanıyor. Ne dersiniz, hep birlikte umudu kaybetmeden uğraşmak ve çalışmak gerek, öyle değil mi?

26 Kasım 2008 Çarşamba

Beyin fırtınası masası...

Bilgi teknolojileri konusunda çözümler sunan Japon Kayac Co. firması, kendisi için geliştirdiği için beyin fırtınası masası Kageroi'yi yakın bir tarihte piyasaya sunmaya karar vermiş. Keio Üniversitesi Inakage Laboratuarı ile beraber geliştirdikleri sistem, katılımcıların diyaloglarını takip ediyor, konuşmaları tanıma özelliğine sahip olduğundan kilit kelimelere göre bu özel masanın üzerine yaratıcılığı tetikleyecek resimler ve sözler yansıtıyor.



Sistem nasıl mı çalışıyor? Önce oda, LED ışıklarıyla ısıtılıyor :=), katılımcılar konuşmaya başladıkça kablosuz mikrofonlar sayesinde Kageroi her konuşulanı kaydedip, kilit kelimelerle bağlantılı resimlerin ya da makalelerin bulunmasına yönelik arama motorunda gezintiye çıkıyor. Böylece toplantı sırasında, tepedeki projektörden masaya derya deniz bilgiler yansıyıp duruyor. Tabii Japonca’nın zor bir dil olmasından dolayı kelimeleri tanımaya çalışan sistemde bazı yavaşlıklar söz konusu ancak geliştirme çalışmaları devam ediyor.



Kayac Co, henüz fiyatı belli olmayan konsept aşamasındaki Kageroi’yi yıl sonuna doğru başta reklamcılık olmak üzere yaratıcı işlerle uğraşan sektörlerin beğenisine sunmayı planlıyor. Hatta bar ve kafelere de eğlence amaçlı pazarlamayı düşünüyorlarmış. Bir sonraki hedefleri ise, taşınabilir versiyonunu yapmak; katılımcıların seslerinin şiddetine ya da tartışmaya kattıklarına göre gölgelerinin büyüyüp küçülme esprisini yansıtabilmek.



Bu yazıyı hazırlıyorken aklıma haftasonu izlediğim Quantum of Solace geldi. Evet kesinlikle herşeyin bir bedeli var ancak değil powerpoint hala iptidai yöntemlerle sunum yapanların “Surface”ın kullanıldığı sahneyi kesinlikle görmeleri gerekir. Sunumları farklılaştırdığınızda ya da fikrinizi anlatıyorken hikayenizle bağlantılı özel bir atmosfer yarattığınızda karşınızdaki nasıl etkileyebileceğinizi bir düşünün.

Kaynak: Japan Inc.

24 Kasım 2008 Pazartesi

Pazarlamaya “komik” yaklaşım...

Aynı anda birden fazla görevi birarada götüren kişileri hayranlıkla (ve gıpta ederek) izliyorum. Yazar/çizer/konuşmacı ya da serbest küratör/danışman/eğitmen/köşe yazarı... Seviyorum çünkü aynı anda birden fazla işle/projeyle uğraşmanın kesinlikle yaratıcılığı artırdığına inanıyorum.



İşte bu kişilerden biri de, bu bloğu takip edenlerin hatırlayacağı, ev temizlik ürünleri markası Method Home’un Avrupa’dan Sorumlu Pazarlama Müdürü Tom Fishburne. Pazarlamanın Dilbert'ı olarak tanıtılan Brand Camp'i asli işine devam ederken oluşturan Fishburne, karikatürlerini 2 kitapta toplamış. Çizim serüvenine Harvard Business School’da öğrenciyken başlayan Fishburne’in özgeçmişine bakınca FMCG tarafında ciddi bir pazarlama tecrübesi olduğu anlaşılıyor.



Sağolsun Fishburne, bloğunda sadece marka, konumlandırma ve özellikle şu an yükselen değer olan “yeşil" işler konusundaki görüşlerini paylaşmakla kalmıyor karikatürlerini de flickr’dan takip etmemizi sağlıyor. Şimdiden hepinize keyifli seyirler...

21 Kasım 2008 Cuma

İnovasyon mu temellere geri dönüş mü?

İster spor salonlarında, ister açık havada yapılsın her geçen gün spor aktivitelerinde çeşitlilik artıyor.

Mesela, ilk kez Rus bilimadamı Vladimir Nazarov tarafından geliştirilen tüm vücut titreşim sistemi (whole body vibration), PowerPlate’in doğuşuna sebep oldu. Şimdi bu sistem, Pineapple Europe tarafından, kuantum fiziği, Çin tıbbı ve belirli frekansların vücut üzerindeki etkisinin birleşimiyle başka bir seviyeye taşınıyor. 1 saatlik egzersizin etkisini yarım saatte hissetmek zaman fakiri kişiler için önemli bir etken olmalı, öyle değil mi?



Spinning’in babası Johnny Golberg de, sadece bacakları çalıştırmak yetmez diyerek, pedallarla vücudun üst bölümünü de çalıştırabileceğiniz “krankcycle”ı geliştirmiş. Logosu, felsefesi ve satın alabileceğiniz özel atrenman kıyafetleriyle “kranking” değişiklik arayanların ihtiyacını karşılayabilir. Deneyenler, kollarından ateşler fışkırdığını söylüyor.



Sırada, yerçekimine karşı yoga var. Burt Lancaster, Tony Curtis ve Gina Lollobrigida’nın oynadığı meşhur “Trapez” filmi unutulmazlarım arasındadır. İşte şimdi binbir çeşit yoganın son versiyonu yer çekimine karşı yapılanı. Hamak sistemi, ileri seviyedeki ters pozisyonlar için hafif bir trapez fonksiyonu sağlıyor. Yaratıcısı 1990 yılında “AntiGravity” akrobatik performans grubunu kuran Cristopher Harrison.



Son olarak ise, Casino Royale’in siyah beyaz açılış sahnesinin ardından başlayan müthiş kovalamacanın aktörlerinden, Sebastien Foucan. Afrika kökenlerinden etkilenerek kendi tekniğini geliştirmiş olan Foucan’ın stilini benimseyerek koşanlar yurtdışında çoğalıyor. Amaç, vücudu doğaya daha doğru adapte edebilmek. Eğer, Exuberant Animal’ı ziyaret ederseniz göreceksiniz ki, halat çekmek, tek ayak üstünde duruyorken birinin dengenizi bozması, atlayarak, zıplayarak, slalom yapar gibi koşmak, vücudun üstündeki hakimiyeti ciddi artıran fiziksel faaliyetler...



“Biomimicry” gibi yakında spor salonlarında da aslan gibi avını takip etme, maymun gibi daldan dala uçma dersleriyle ya da Libero’nun şirin reklamındaki gibi en iyi yoga hocası bebekten çıkar misali uygulamalarla karşılaşır mıyız, ne dersiniz?

19 Kasım 2008 Çarşamba

Geleceğin iş yapışını tasarlamak

Bu bloğun doğmasında etkilendiğim insanlarında başında Marty Neumeier geliyor. The Dictionary of Brand, The Brand Gap ve ZAG kitaplarının sahibi Neumeier, San Francisco’daki şirketi Neutron aracılığıyla markalara inovasyon, strateji ve tasarım konusunda danışmanlık veriyor. İlk kez Design Management Review’da yayınlanan “geleceğin iş yapış şekli”yle ilgili temel ve çarpıcı notlar içeren yazısının düzeltilmiş versiyonu, Business Week’te tekrar yer almış.



Tasarım, derken hepimizin aklına ürün tasarımı gelebilir ancak gerçek ne yazık ki bununla sınırlı değil. Neumeier, tasarımın inovasyonu tahrik ettiğini, inovasyonun markayı güçlendirdiğini, markanın sadakati inşa ettiğini, sadakatin de karı sürdürülebilir kıldığını belirtiyor. Geçen yüzyılda, seçenekler hakkında fikir sahibi olmayan müşterilerin haliyle bildikleri markaları tercih ettiğinden sadakati nerdeyse cehalette eş tutan Neumeier, yeni yüzyılda böyle bir fırsatın kalmayacağını vurguluyor.



Temel yetkinliğini “çevik”lik üzerine kurgulamak isteyen şirketlerin, bu özelliği kurum kültürlerine işlemeleri gerektiğini, radikal düşüncelere açlık duyan bir atmosfer yaratmalarını ve bu atmosferi sürdürülebilir kılmalarını tavsiye ediyor. Yani, şirketin, endüstrinin ve dünyanın karşılaştığı en berbat sorunları çözmek için “tasarım odaklı zihinlere” ihtiyaç olduğuna dikkat çekiyor.


© Paula Chang

Madem bu kadar önemli bir konu, niye hala içimize işlemiş değil derseniz Neumeier faturayı yöneticilere kesiyor. Mali tablo odaklı ezbere iş yapmaya alışmış yöneticiler için artık yeni bir dönem başlayacağını (ki içinde bulunduğumuz dönem tam da buna işaret ediyor) ve hepimizin bakış açımızı genişleterek yeni bir ölçek icat etmemiz gerektiğini belirtiyor.

Marty Neumeier’ın yeni kitabı “The Designful Company", 1 Ocak 2009’da satışa çıkacak. İlgilenenlere...

16 Kasım 2008 Pazar

Tabanlıoğlu’nun Londra çıkarması...

Çok yeni Cityscape 2008 Mimarlık Yarışması’ndan 3 ödülle birden ayrılan Tabanlıoğlu Mimarlık, 20 Kasım-22 Aralık tarihlerinde Royal Institute of British Architects çatısı altında “Istanbul Beyond” sergisini düzenliyor.



Medya, Bulvar, Kültür ve Ötesi olarak 4 grupta topladıkları toplam 19 projelerini sunacakları serginin önemli bir özelliği var. Japonya’nın önde gelen video enstalasyon ve görsel sanat uzmanları WOW Inc.'nun 3 boyutlu hazırladığı çalışmalar sayesinde ziyaretçiler sanki binanın içinde geziyormuş gibi hissedecek.

Serginin diğer önemli özelliği ise, Nurus’un 2007 yılında İtalya’daki Tasarım Haftası’nda gerçekleştirdiği “İlk in Milano” sergisi kadar stratejik olması. Neden? Çünkü devlerin kendi evlerinde, “öteki” olarak nitelendirilenlerin, yüzyıllardır sahip olduğu değerlerini en az onlar kadar iyi yorumlayabileceklerini göstermiş olmaları.


Levent Loft@İstanbul

Rem Koolhaas, Zaha Hadid ya da Sir Norman Foster gibi dev mimarların metropollerde gerçekleştirdiği sergilere alışkın olunabilir. Ancak, ilk kez bir mimarlık firmamızın, hem sunuşu hem de projelerini yurtdışında toplu olarak sergilemesiyle kendi alanında öncü olduğunu göstermekle kalmıyor kültürel dokusuyla öne çıkan şehrimizin modern mimari yüzünü de yansıtmış oluyor. Sergi, Londra'nın ardında dünya turuna çıkarak Hollanda, Avusturya ve Japonya’yı da ziyaret edecek.

13 Kasım 2008 Perşembe

Krizin göbeğinde İstanbul tanıtımı...

Dünyada yaşanan krizin etkilerinin önümüzdeki yıl daha çok hissedileceğini hepimiz iyi biliyoruz. Gerileme, duraklama, çöküş... ne derseniz diyin. Herkes kendi payına düşeni en az hasarla atlamaya çalışacak diye umut ediyoruz. Düşünsenize, koskoca İngiltere bile, “başımıza gelecekleri bilseydik, Olimpiyatlara evsahipliği için yarışmazdık” dedi.


© Bülent Erkmen

Kriz, kimileri için fırsat barındıracak denildiğinden yaklaşan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projelerini önemli buluyorum. İstanbul 2010 AKB Ajansı, siteyi yenilemiş, yaptığı ve yapacağı projeleri de güncellemiş. İster istemez krizden onlar da etkilenir mi, yoksa çoktan bütçe onayları alındı ve tam gaz ilerleyebilecekler mi diye düşünmeden edemedim. Eğer etkilenirlerse diye acaba niş çalışmalar da düşünüyorlar mı?

Ya da herkesin harcamalarını gözden geçireceği, en gerekli şeylere para ayıracağı konuşuluyorken, Kültür Başkenti olarak yapılacakların hedef kitlesi, sadece yerli turist mi olacak? Analist bir dostum, bu tarz krizlerde hisse senedi açısından ilk etkilenenlerin havayolları şirketleri olduğunu belirtmişti. Üstelik, yurtdışından yapılan rezervasyonların her zaman daha uygun fiyatlı olduğunu da biliyoruz ama rekabet had safhadayken ev değiştirme sitelerini kullanmak bir alternatif olabilir mi?



Mesela, yakın tarihte, İstanbul’da bir konferansa katılan Mark Tungate, bloğunda Pera Palas’ı ne güzel anlatmış. Eminim, bu tarz çalışmalar niş bulunuyordur ama günümüz daha fazla deneyimin ağızdan ağıza yayılması değil mi? Wagamama ve McDonald’s geride bırakarak İngiltere’nin 1 numaralı restoran zinciri sahibi olan Gordon Ramsay’i İstanbul’a davet edip etkilendiği tadlardan çıkaracağı bir menüyü İngiltere’deki programında sunması bir cazibe yaratmaz mı? Louis Vitton’un derhal bir İstanbul rehberi çıkartması sağlanamaz mı? Second Life’ta sanal İstanbul turu? Dünyanın neresinde olursanız olun Manolo Blahnik tutkunları, İstanbul ayakkabılarından satın alıyorken şehri bizzat yaşamaları için kutunun üzerine ufak bir davet yazısı?

12 Kasım 2008 Çarşamba

Güneş doğudan yükselir

Geçen gün arkadaşlarımla hangi tasarım haftasına gitmek daha ilginç olabilir diye sohbet ediyorken %100 Design Tokyo’dan bahsettik. Takip ettiğim sitelere bakınca da, hakikaten sadece tasarım açısından değil markalar da kendilerini Japonya’ya göre yeniden konumlamak üzere yarış içine giriyorlar.

Moda markalarının (Louis Vitton ya da Prada) amiral mağazaları, sadece otomatlara özel çözümler, sigara paketlerinin özel ambalaj tasarımları...



Son bomba ise McDonald’s’tan. Quarter Pounder adında açılan 2 dükkana bakınca, McDonald’s ile uzaktan yakından alakaları olmadığını fark ediyorsunuz. Ancak, hamburger kesinlikle McDonald’s. Hani üzerinde herhangi bir ibare olmasa da şişesinden Coca Cola’yı tanımamız gibi.

Demek ki, bir gözümüzün hep Uzakdoğu’da olmasında büyük fayda var.

Kaynak: Core77, CScout Japan

10 Kasım 2008 Pazartesi

Porsche Design Studio’nun ardından...

8-9 Kasım tarihlerinde Yeditepe Üniversitesi’nde gerçekleştirilen Porsche Design Studio’nun seminerine Bilgi Tasarım Kültürü’nden dört arkadaşlarımla beraber katıldık ve orginzasyonu yapan firmanın affına sığınarak neyin nasıl yapılmayacağı konusunda sağolsunlar bize bayağı bilgi vermiş oldular:

• Tek güne sığabilecek program nasıl 2 güne yayılır (sunum tekrarlarıyla beraber :=)
• Ödüllü, üstelik lüks tüketim ürünleri tasarlayan tasarım stüdyosunun ürünlerin sergilenme şekli nasıl basit ve sıradan olur.
• Belirtilen programa göre akışa nasıl uyulmaz, vaktinde başlanmaz, kahve molaları yarım saat ya da 40 dk.ya kadar nasıl sarkıtılır (Hiç olmadı kahve aralarında ürün tanıtımları tekrar izlettirilebilirdi)



Seminer sırasında bir öğrencinin de dile getirdiği gibi Porsche Design Studio, üniversiteye tanıtıma gelmişti de acaba biz mi farkında değildik. Sonuçta tasarım ortaya çıkana kadarki ihtiyaçların belirlenmesi, ön araştırma süreçlerini kapsayan metodoloji hakkında da bilgi alamadık. (Herhangi bir üniversitede düzenlenen şirket tanıtımlarından bile daha fazla etkilenerek ayrılabilirsiniz :=( Evet belki bizim beklentilerimiz biraz yüksek kaçabilir ama davet edilen tasarım stüdyosu herhangi bir yer değil.



Peki bu iki günün sonunda ne elde edildi diye sorarsanız, henüz kendi sitelerinde yer almayan ürünleri görme fırsatı yakaladık. Porsche Design Studio’nun şu anki ölçeklerinin kendileri için yeterli olduğunu, daha fazla ya da hızlı büyüme gibi bir öncelikleri olmadığını ancak tasarladıkları ürünlerde fonksiyonelliği ne kadar temel ve önemli bir unsur olarak gördüklerini gözlemledik. Mesela, Eterna için tasarladıkları P6520 Worldtimer ve Poltrona Frau için tasarladıkları Antropovarius koltuk...

Ayrıca, hala konsept aşamasında olan P’Gasus tekerlekli sandalyenin tasarım sürecini, genç tasarımcısı Steffen Ganz’dan dinledik. Ürünü, 2006 yılında üniversite bitirme projesi olan hazırlayan Ganz, şu anda Zall Am See’deki Porsche Design Studio’nun 24 kişilik ekibinden biri.

7 Kasım 2008 Cuma

Beslenme trendleri

Dünkü yazının devamı olarak günümüzde ve yakın gelecekteki beslenme trendleri ne derseniz, The Future Laboratory'nin raporundan birkaç alıntı:

1. Organik: İnternette Türkiye'den alışveriş sitelerine baktığımda ağırlıklı kuru meyve, bakliyat, baharat ya da marmelat çeşitliliği ile karşılaşabilirsiniz. Peki ya meyve sebze derseniz, cumartesileri Bomonti'de kurulan organik pazara bakabilirsiniz ya da Kasımpaşa'da kurulan Kastamonu Pazarı'na (gurmelerin uğrak mekanı ama bilenler uzun süredir takip ediyor zaten, erken gitmekte fayda varmış). Diğer alternatifler Bodrum Organik ya da Manavım.



2. Yaşamak için ye: Biraz daha zamanı olsa da farmasötik / nutrasötik kelimeleriyle ilerde daha sık karşılaşacağız. Homeopatik ya da ayurvedik beslenme alışkanlıklarına sahip olanlar zaten mevcut. Bitkisel çayların ruh halinize göre versiyonları, 3 günde 3 öğün somon yerseniz daha da diri görünecek cildiniz, omega3'lü çikolatalar ya da ekmekler (ki yumurtası çoktan mevcut). Bu liste daha da uzayıp gidecek.



3. Enerji meraklıları: Kahve ile yetinmeyenlere kafein takviyesi, ayılmak isteyenlere enerji içeceği, genetiği değiştirilmiş meyve ve sebzelerle daha güçlü bir beslenmeyi tercih eden gruplarla daha fazla karşılaşabileceğiz. Bu arada Ocak ayından beri, Amerika, kolanlanmış ete uygunluk vermiş. Avrupa Birliği'nin hamlesini hep birlikte göreceğiz.

6 Kasım 2008 Perşembe

Yiyeceklerin geleceği

Küresel ısınma kadar önemli bir konu, ne yediğimiz içtiğimiz olduğunu düşünüyorum. Hani yıllar önce deli inek ile sarsılmıştık, bu yıl da Çin’de süt krizi patlak verdi derken organiğin bu kadar öne çıkmasının sebebi gerçekten boşa değil. Kullanılan böcek ilaçlarının, kimsayalların ama en önemlisi de genetiği değiştirilmiş tohumlarla yetişen meyve sebzenin faydası ya da zararını ne kadar ölçebiliyoruz tartışılır.



Amerikayı doyurmaya çalışan çiftçilerin, bu yeni teknolojinden etkilenen hayatları ve hükümet-çiftçi-tüketici üçgenini inceleyen etkileyici “The Future of Food” belgeseli 2004 yılında Deborah Koons Garcia tarafından çekilmiş (Michael Moore çekse daha fazla popüler olur muydu acaba?). Dilerseniz, Snag Films’den izleyebilirsiniz.



Bu ayki, Wired Dergisi’nin kapak konusu da, gıda. Dünya popülasyonunun gıda ihtiyacını, benzin fiyatlarındaki değişikliğin üretimin her aşamasına yansımasını, iklim değişikliğinin ülkelere göre etkilerini, 1 Big Mac’in sadece %20’sinin enerjiye ait harcamaları içerdiğini, çiftliklerin geleceğini, hangi ülkelerin genetiği değiştirilmiş tohumları yasakladığını ve tabii ki ülkemizdeki büyük grupların da yöneldikleri balık çiftliklerini toparlayan süper bir dosya olmuş. Balık çiftlikleri hakkında özet ama detay bilgi isterseniz de WorldWatch Institute’ın raporu hazır.



Pazarlarda ucuzu ama aynı zamanda iyi ürünü arıyorken, nasıl yetiştiği, ürünler şehrimize gelene kadar harcanan enerji ve masrafı hesap ediyor muyuz? Ya da kalp dostu zeytinyağlı margarinler ya da Omega3’lü sütler derken gerçekten ne kadar saf ve faydalı ürünler tüketiyoruz? Strese karşı spirütüel tekniklerin gelişmesi, dolgun içeriğe sahip olmayan gıdalarla beslenen bizlerde detoksu daha da çok tetiklemiyor mu? Kaçımız kendi başımıza detoks yapıyor ya da buna kafa yoruyor? Bu konu uzun, yarın yiyeceklere yönelik dünya turuna devam edeceğim.

4 Kasım 2008 Salı

Duraklama Dönemi

Bu yıla damgasını vuran Yeni Dünya kökenli “mortgage” bombası, piyasaları alt üst etti ama yabancı bloglara ya da haber sitelerine bakınca aslında etkilenenlerin kim olduğu konusunda cidden zorluk çekiyorum. Yeni gelişmekte (ya da borç açığı fazla olan mı demeli) ülkeler mi, yoksa belirli sektör çalışanları mı? Batan ve başkası tarafından alınan banka çalışanları? Üretimi başka ülkelere kaydırılan tekstil gibi sektörlerin çalışanları? Bu krizden bağımsız uzun süredir Çin geliyor çağrısına uymayan KOBİ’ler mi?



Mesela Kanada’da yaşayan birisi durumdan henüz etkilenmediğini ama Amerika’daki tanıdıklarının nasıl olduğunu merak edebiliyor. BBC’de yer alan makale ise ekonomik bunalımdan ilk etkilenen sektörün otomotiv olduğunu ama hangi CEO ile görüşseler bu krizden olumlu çıkmayı başaracaklarını açıklıyor. Daimler CEO’su Dieter Zetsche aynen şunları söylüyor: “Çalışmalar gösteriyor ki tüm dünyada 800 milyon adet araba satışı için 120 yıl gerekti ancak bu sayının ikiye katlanması sadece 30 yıl sürecek.”

Trend sitelerinde ayağımızı yorganına göre uzatalım mesajları, süpermarketlerde ucuz ürünlerin tercih edilmesi, evde DVD-patlamış mısır partilerinden bahsedilirken, aynı anda, lüks tüketime harcanacak paranın önümüzdeki 5 yıl içinde ikiye katlanacağı da ifade ediliyor.

Üstelik, Google’da “recession marketing” diye arama yaptığınızda 19.200 hite rastladığınız gibi çoğu yazı bu dönemin tam da marka iletişiminin kesintisiz devam etmesi gerektiğini ve daha fazla yaratıcı iş çıkması için motive olunabilecek bir zaman olduğunu savunuyor. Mesela BMW’nun “Ultimate Driving Machine” sloganı 1974 krizinin ardından ortaya çıkmış.



Sonuçta hem açgözlülük hem de sahtekarlık diz boyu iken önlem almamanın cezasını yine belirli bir kıtaya güdümlü yaşayan ülkelerin sıradan vatandaşı çekiyor. Önümüzdeki dönemde, yükselen değer “kemer sıkma politikası”nı uygulamaya çalışan tüketiciyi markalar hangi yollarla ikna edecek, ilişkilerini sürekli kılarak hem yaşamlarına devam etmeyi hem de kar etmeyi başaracak hep birlikte göreceğiz.